Değişen ne?
Başbakan Erdoğan kabinesindeki Milli Eğitim, İçişleri, Kültür ve Turizm ve Sağlık Bakanlarını değiştirdi. Böyle durumlarda basında gelenek, sanki bu değişiklikler illa ki, Başbakanın siyasi niyetleriyle ilgiliymiş gibi, giden ve gelen bakanların şeceresi üstünden kıyaslamalar yapmaktır. Böyle zamanlarda herkes kendi bulunduğu yere göre; “Şu bakan değişti, demek ki bundan sonra bu bakanlıkta işler şöyle yürüyecek” gibi, ilk bakışta pek gerçekçi görünen değerlendirmeler yapar.
Dört bakan birden değişince, değerlendirmeler daha da “derine” çekildi; Kürt sorunu çözümünden milli eğitime, sağlıktan muhafazakar sanat ve kültüre, doğru ile biraz karıştırılmış spekülasyonlar alıp yürüdü.
Hele deyeni bakanların sicilleri eskilerin “mürşidi” olacak özelliklere sahip olunca, “Gelen gideni aratacak mı yoksa” endişesi de spekülasyonlara karıştı.
Ancak şu bir gerçek ki, Başbakan kimin yerine kimi getirirse, benzer bir tablo ile karılaşacaktık. Çünkü, öncesini bir yana bıraksak bile, 10 yıllık bir hükümetin kadroları olacak AKP’lilerin sicilinde herkesin “Bu da bakan olmuşsa, eh yani; memleketin hali duman!” diyeceği marifetler bulunacaktır.
Başbakan muhtemeledir ki; bir yandan statükoyu yenileyip öte yandan da bu statükonun temeline muhafazakar ve dindar bir toplum koymak için kolları sıvamışken kadrolarının en militanlarını seçiyor ama AKP’de, kimi getirse daha “geriye” düşmeyeceği bir kadro bolluğunun olduğunu da kabul etmek gerekir. Bu yüzden de bakanların siciline bakarak politik sonuçlar çıkarmak, AKP gibi, kendi amacına tereddütsüz yürüyen bir parti için çok gerçekçi değil. Tersine gerçekçi olan AKP hükümetinin politikalarının bakana göre değişmeyeceğidir. Hele de Erdoğan Hükümetin başı olarak kaldıkça; hiçbir bakının kendine has bir hükmünün olamayacağıdır! Bu durumda değişimler de ancak AKP’nin iç dengeleriyle ya da bakanın “yıpranması”yla açıklanabilir!
Bu gerçeği göremezsek, ya da bir an için unutursak, önceki akşam bir TV kanalına çıkan Başbakan Erdoğan’ın, sunucunun; “Darbeler maddesinden Türkiye ne zaman kurtulacak? sorusuna verdiği yanıta bakarak, “Başbakan Erdoğan, çok değişmiş”, adeta “Kemalist”, hatta “ulusalcı” olmuş bile diyebilirsiniz.
Çünkü o soruya şöyle yanıt vermiş Başbakan Erdoğan:
“Türk Silahlı Kuvvetleri şu anda kendi parlamenter sistemi ile en uyumlu hale gelmiş durumda. Bazı medya organları Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı çok haksız davranıyorlar. ... Şu anda içeride 400’e yakın emekli muvazzaf emekli subay, astsubay var. Hemen hemen hepsi tutuklu. ... örgüt kurmaktan, örgüt elemanı olmaktan... Böyle bir şeyin hükümleri kesinse işi bitir. Ama kesinlik yoksa yüzlerce subayı bu şekilde değerlendirirsen, Türk Silahlı Kuvvetlerinin içindeki bütün moralleri alt üst eder. Terörle nasıl mücadele edecek bu insanlar.... Bu yenilir yutulur bir şey değil. ... Bunu anlamak mümkün değil.”
Bu tezi, ulusalcılar, şimdi “Balyoz” ve “Ergenekon davaları”ndan tutuklu kişiler ya da onlarla ortak kaygıları paylaşanlar da aynı kalıplarla söylüyorlardı.
Peki öyleyse Başbakan da böyle dediğine göre, “Başbakan ulusalcıların dediğine geldi” mi diyeceğiz?
Değil elbette!
Başbakanın tavır değişikliği, yukarda aktarılan uzun paragrafın ilk cümlesi olan “TSK, kendi parlamenter sistemiyle en uyumlu hale geldi” cümlesinde saklı. Ve Başbakan artık TSK’yi kontrol altına aldıklarını düşünüyor. Onun için de onu kendi statükosunun hizmetinde, itibarını da iade ederek kullanmak istiyor. Bu yüzden de Özel Yetkili Mahkemelerin askerin itibarıyla oynamasına ve onların hizmet dışına çıkarılmasına “Artık izin vermeyeceklerini” söylüyor. Bu elbette artık “Biz statükoyu yıkıyoruz” demagojilerinin sona erdiği ve artık statükonun en temel gücü TSK’nin “AKP’nin statükosu”nun bekçisi haline geldiğinin de ilanıdır bu.
Evrensel'i Takip Et