Masada güçlü olmak...
Dışarıya pek yansımasa da İmralı’da PKK lideri Öcalan ile devleti temsil eden heyet arasında önemli mesafeler alındığı hissediliyor. Hatta Öcalan ile bu heyet arasında bir ön protokolün bile hazırlandığı, söylenebilir. Belirlenmiş bir takvim paralelinde yürütülen/yürütülecek görüşmelerin, bu arada atılacak adımların parça parça kamuoyuna yansıtılması da sağlanacak gibi. Bunun yanı sıra iki tarafın, özellikle de PKK/BDP’nin ya da siz bunu “Kürtlerin” diye okuyun, “ilgili kesimlerini ikna” da bu sürecin bir parçası olacak, herhalde.
Hükümet kendi adımlarını atarken hem iyi PİAR yapma, görüş alışverişinde bulunma, hem de yönetim mekanizmalarıyla süreci ortak değerlendirebileceği “kurullara” sahip olma nedeniyle önemli avantajlara sahip.
PKK/BDP ve Kürtlerin diğer kesimleri aynı koşullara sahip değil.
PKK/BDP’nin istediği an sürecin önemli aktörü, “baş müzakereci” Öcalan ile bir araya gelebileceği koşullar yok. Bu koşulların sağlanması bile hâlâ bir tarafın iznine bağlı.
Ayrıca PKK/BDP’nin, “hassasiyete binaen” olsa gerek hem kendi içlerinde, hem de bu sürece katkı sunacağına inanılan kesimlerle/kişilerle ciddi değerlendirmelere yönelebilmiş olmadıkları da görünüyor.
Elbet, özellikle Kürtler açısından zihinlerin bulanık olmasa bile karmaşık olduğunu da kabullenelim.
***
Geçtiğimiz yılın son günlerinde Erdoğan’ın açıkladığı görüşmelere, Kürtler aslında sanıldığı gibi zamansız yakalanmadılar. Her aklı başında siyasetçi bilir ki “devrimle taçlanmayan bir mücadele” en nihayetinde “görüşme masasına” taşınır.
Taraflar, birbirlerini sınadılar, yeterince tecrübe sonrasında her bir taraf varabileceği son noktaya vardı ve iş “görüşme masasına” taşındı.
Bu aşamadan sonra “görüşme masasında” yaşanacakları belirleyen, tarafların gücü ve birikimidir.
Taraflar birbirlerinin gücünü de, birikimini de iyi biliyor.
Hiç unutmamak gerekir, birbirlerinin gücünü en iyi bilenler bizzat kavgaya tutuşanlardır. Artık her bir tarafın yumruğunun kaç kilograma karşılık geldiği taraflarca bilinmeyen bir şey değil.
Kabul edelim; şimdilerde “görüşme masasına” gelen devlet aklı, esasen bitmiş, tükenmiş ve Türkleşmiş bir Kürtlük arzusundaydı. 90 yıl boyunca da ret ve inkar temelinde bu politikayı izledi.
Kürtler ise bağımsız ve birleşik bir Kürdistan için yola çıkmışlardı.
Ne devlet Kürtleri yok edip Türkleştirebildi. Ne de Kürtler bağımsız bir Kürdistan kurabildiler.
Şimdilerde devlet ret ve inkarı sonlandırmış ve “anayasal vatandaşlık” noktasına varmış durumda; Kürtlerin ise büyük çoğunluğu siyasal statünün adını “demokratik özerklik” olarak tanımlıyorlar.
Görünen o, siyasal statü anlamındaki pazarlık “anayasal vatandaşlık” ile “demokratik özerklik” aralığında yürüyecek. Ama bu statünün pazarlığı yapılıncaya kadar da öncelikli olarak PKK’nin yürüttüğü silahlı mücadele ve PKK gerillaları ile PKK yöneticilerinin durumu ele alınacak.
Tüm bunlar artık bilinir, hissedilir, anlaşılır yaklaşımlardır.
Tek anlaşılmayan, tüm kurum ve kuruluşlarıyla bu sürece endekslenen ve stratejisini en ince ayrıntısına kadar oluşturan taraflardan birinin varlığına rağmen, Kürt tarafının hâlâ kendi içinde süreci karşılayacak, süreci en geniş biçimde yürütecek organizasyonlara, yaklaşımlara sahip olmamasıdır.
Evet, PKK’nin silahları noktasında tek yetkili bizzat savaşı sürdürenlerdir. Nihayetinde savaşı sürdürenler yeterli güven ortamını sağlarlarsa ilk etapta silahlı güçlerin geri çekilmesini, akabinde ise giderek silahları barış için toprağa gömmeyi başaracaklardır. Ama Kürtleri anayasal vatandaşlıktan siyasal bir statü elde etmeye taşıyacak olan ise bizzat Kürtlerin ortak ve etkili bir siyasal tutum belirlemesidir.
Bu konuda Kürtlerin, Kürt siyasal yapılanmalarının birbirlerini suçlamak yerine birbirlerine ihtiyacı var...
Evrensel'i Takip Et