'Millet, 'kişi' mi 'eşya' mı?
“Türk ulusu ile Kürt milliyeti eşit olamaz” söylemi bir süredir tartışılıyor. Bu söylem ‘bilimsel’ midir yoksa ‘bilimsel’ olmayan ırkçılığın açığa vurulması mıdır?
Bilimseldir diyenler sosyal bilimlerin, siyaset biliminin (eğer bu kategoriler ‘bilim’ olarak kabul ediliyorsa) ürettiği kavramlar arasında üstlük-altlık ya da öncelik-sonralık ilişkisi kurarak somut bireylerin konumunu bu ilişki çerçevesinde inceliyorlar : Milliyet henüz millet(ulus) olma aşamasına erişememiş insan topluluğunu ifade eder; bu nedenle millet olma aşamasına erişememiş insan topluluğu ile bu aşamaya erişmiş insan topluluğunu eşitlemek bilimsel olarak doğru değildir. Öyle olunca, millet (ulus) aşamasına erişememiş insan topluluğunu oluşturan bireyler milliyet kimliğine dayalı haklar talep ederken ya da hakları bu kimlikleri temelinde çeşitlendirerek kullanmak isterken millet aşamasına erişmiş insan topluluğunun bütünselliğini bozacak davranış ve ilişkilerde bulunamazlar. Ulus bölünmez bir bütündür, bu bütünlüğü bozmaya yönelik davranışlar suçtur, yasaklanması gerekir.
Bu söyleme, söylemin ‘bilimsel’ olmadığını, ırkçılığı ifade ettiğini belirterek karşı çıkanlar esas olarak Kürtlerin milliyet değil millet olduğunu, Türk ulusu tanımlamasının etnik bir kökene atıf olması nedeniyle Kürtleri dışladığını, bunun da ırkçılık olduğunu belirtiyorlar. Öyle ise, millet (ulus) olma aşamasına erişmiş insan topluluğunu oluşturan bireyler (Kürtler)
millet kimliğine dayalı haklar talep ederken ya da bu hakları kimlikleri temelinde çeşitlendirerek kullanmak isterken gerçekleştirecekleri davranış ve ilişkiler, etnik kökene atıfla tanımlanmayacak bir ulusun (örneğin Türkiye ulusu) bütünselliğini bozmaz, tersine bu bütünselliği pekiştirir. Irkçılık insanlığa karşı işlenen bir suçtur, yasaklanması gerekir.
Bu tartışma siyaset alanına sokularak, farklı görüşlerin her biri bir siyasi çizginin omurgası olarak temellendirildiğinde kutuplaşarak birbiriyle kıyasıya çatışanlardan birinin içinde, yanında yer almak, birini ya da diğerini desteklemek durumunda kalırız.
Ben ne düşünüyorum?
Düşüncemi oluşturan parametreleri bir hukukçu (eğer hukuk ‘bilim’ olarak kabul ediliyorsa) yaklaşımıyla irdelemek istiyorum.
Roma hukuk sistemine bağlı olarak gelişen hukuk sistemimiz, hukuku insanın başka insanlarla, eşya ile, toplumla ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen ve uyulmaması durumunda yaptırımı bulunan normların bütünü olarak tanımlar. Burada önemli olan, hukuk dendiğinde mutlaka bir ilişkinin bulunması gereğidir. Ve bu zorunluluk sorunları beraberinde getirir. Çünkü sayılan ilişkilerde insanın bizzat kendisiyle olan ilişkisi belirtilmez; sanki bu ilişki hukuk dışına taşınmıştır. Ayrıca, bir ilişkinin varlığı, o somut ilişkiden kaynaklanan hakları belirler. Oysa hukuk sistemimiz evrende var olan her varlığı ‘kişi’ ya da ‘eşya’ olarak iki temel kategoriye ayırır ve sadece ‘kişi’ olarak tanımlanan varlık hukukun ve hakkın öznesi olabilir. Örneğin embriyo, gen ya da kök hücreyi ‘kişi’ olarak tanımlarsanız bunlar hak sahibi olabilirler. Bu kez soru şu: Embriyo, gen ya da kök hücrenin hangi ilişkilerinde hangi haklarının olabileceğine, bu haklarını onların nerede ve nasıl kullanabileceklerine kim karar verecek ?
Sanırım sorunun özü de bu noktada beliriyor : Hukuken ‘kişi’ olarak tanımladığımızda her birey, hakkın öznesi olarak, maddi-manevi varlığını bizzat geliştirebilmek, kendi kaderini bizzat belirleyebilmek için hangi haklara sahip olması gerektiğini kendi somut kimliği (kadın, çocuk, zenci,etnik kökeni, dini inancı, cinsel yönelimi, vb.) temelinde belirler ve tek başına, başkaları ile birlikte, aynı kimlikten olanlarla ya da değişik kimliklerde aynı/benzeri hakları talep edenlerle birlikte bu hakların elde edilmesi için mücadele eder ya da kazanılmış hakları kullanır. Ancak kimliklerden biri, bazıları soyutlamayla kavramsallaştırılarak hakkın öznesi gibi kabul ettirilirse, hukuk sistemimizin temel ayırımı ‘kişi’ ve ‘eşya’ ayırımı bir yana bırakılmış olacağı gibi, soyut kavramın içeriği, o kavramla yaratılan ‘varlığın’ hangi ilişkilerde hangi haklara sahip olacağı, bu hakları onun adına kimin talep edeceği, kullanacağı, kimlere karşı nasıl ileri sürebileceği, bu haklara uyması için kimlerin nasıl zorlanacağı konusunda kimlerin karar verebileceği, soyut kavramla hakkın öznesi konumuna sokulan bir kimliğin haklarının o kimliği taşıyan bireyin somut bir olaydaki isteklerini bastırıp batırmayacağı sorusunu gündeme getirir. Sonuç olarak, belli bir kimliği hakkın öznesi konumuna sokan anlayış, bireyin üstünde, onu kendisine yabancılaştıran ve kendisine karşı kullanılabilen bir soyutlamayla dokunulmazlık, sorgulanamazlık dünyasına ‘kutsal’lar eklemektedir. ‘İnsan onuru’, ‘insan türü’, ‘insan türünün bütünselliği’, ‘millet’, ‘milliyet’ gibi.
Belli bir toplumda, belli bir zamanda bu soyutlamalar yararlı veya zararlı olabilirler. Örneğin, ‘insan onuru’ kavramı ilk kullanıldığında insan hakları ihlallerinde özgürlüğün önünü açan bir soyutlamaydı. Ancak bilimin damgasını vurduğu 21. Yüzyılda bilimi sınırlayan, özgürlüğe ayak bağı olan bir nitelik kazandı. Tıpkı ‘insan türü’ gibi.
Tartışmaya ilişkin düşünceme dönersek, içinde bulunduğumuz koşullarda, ırkçılığın düşünce ve örgütlenme düzeyinde yasaklanmasını benimsememekle birlikte ikinci anlayışı destekliyorum elbette. Destekliyorum ancak savunmuyorum. Çünkü bu anlayış günümüz açısından özgürlüğü hedefliyor olsa da özünde bireyin kendi kaderini bizzat belirleyeceği, bu amaçla alınacak kararların süreçlerine, denetimine, karar alıcıların değiştirilmesine olanak sağlayacak bir siyasi yapılanmanın önünü açmıyor; kendini sönümlendirebilecek bir devlet biçimine temel oluşturamıyor.
Özgürlüklerin özgürce kullanılabildiği bir toplumsal yapıya dayanmayan ve varlığının her zaman gerektiği düşüncesini sürekli üreten bir devlet biçimi bana kalıcı çözüm gelmiyor.
NOT: Teknik bir aksaklıktan dolayı gazeteye yazarımızın eski bir yazısı girilmiştir. Düzeltir, özür dileriz.
EVRENSEL'İNMANŞETİ
![Marmaris Turgut Koyu’nu kurtaran mahkeme kararı: “ÇED gerekli değildir” kararı iptal](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/284338.jpg)
Marmaris Turgut Koyu’nu kurtaran mahkeme kararı: “ÇED gerekli değildir” kararı iptal
![Kaynak sağlığa, eğitime değil sanayiye aktı](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/254547.jpg)
İletişim Başkanlığı deprem raporu: Kaynak sağlığa, eğitime değil sanayiye aktı
![Çayırhan işçilerinin özelleştirmeye karşı yürüyüşü devam ediyor:](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/284233.jpg)
Özelleştirme karşıtı yürüyüş sürüyor: Eylemler üretimi de etkilemeli
![Diyarbakırlı işçiler sürece ilişkin temkinli, iktidardan umutsuz](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/280807.jpg)
Evrensel'i Takip Et