Evrensel için yeni bir dönem
3 Şubat 2013

Artık SUK bile yanında değil

ABD Başkan Yardımcısı Biden, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, BM Suriye Temsilcisi Brahimi ve Suriye Ulusal Konseyi (SUK) Başkanı El Hatip dün Almanya-Münih’te bir araya geldi; “Suriye krizine çözümü” konuştular.

Münih Zirvesi’nden ne kararlar çıktı, en azından bu yazı yazıldığında henüz bilinmiyordu. Ancak zirvede ne kararlar alındığından bağımsız olarak böyle bir “dörtlü zirvenin” yapılmış olması, Türkiye’nin Suriye politikasına ağır bir darbe olmuştur.

Bu darbenin iki yanından söz edilebilir.

Darbenin birinci yanı; Suriye krizinin başından beri “Krizin yükünü çeken”, 150 binden fazla mülteciyi barındırdığı gibi Suriye muhalefetini uluslararası alanda tanıtan, askeri olarak da onu her bakımdan destekleyen Türkiye’nin zirvenin dışında tutulmasıdır. Bunun, herhalde zirveyi düzenleyenler bakımından bir anlamı vardır.

Darbenin ikinci ve daha önemli yanı ise; zirvenin Türkiye’nin bugüne kadar mücadele ettiği yaklaşım olan, “Esad rejimiyle uzlaşarak krizi çözmek” için bir adım olma özelliği taşımasıdır.

Suriye muhalefetinin Esad’la uzlaşmaya yönelik girişimleri son günlerde biliniyordu ve Türkiye bundan çok hoşnutsuzdu. Dahası böylece Suriye muhalefetinin, Rusya’nın uzunca bir zamandan beri savunduğu (İran’ın da Rusya’yı desteklediği söylenebilir), “Esad rejiminin de içinde olduğu bir geçiş dönemi” adımına yaklaştığı anlaşılıyor. Hani 3 Aralık 2012’de Putin’in Türkiye ziyareti sırasında Lavrov’un “Biz Esad rejiminin avukatı değiliz” demesini malum basın ve derin yorumcuları, “Rusya’nın Türk tezine yaklaşması” olarak yorumlamıştı. Şimdi ne diyecekler merak ediyor insan!

Öyle görünmektedir ki, 4-9 Kasımda yapılan Katar toplantılarından sonra SUK, Türkiye’nin değil batılıların öğüdünü dinleyen bir çizgiye gelmiştir. Muhtemeldir ki bundan böyle bu etki daha da kendini hissettirecektir.

“Suriye krizi”nin şöyle ya da böyle çözülmesinden Türkiye niye hoşnut olmasın?​” denebilir. Ama ne yazık ki, Türkiye’nin komşularıyla ilişkileri çoktan beridir “normal” sözcüğüne karşılık gelecek özellikler göstermiyor. Bu yüzden de Türkiye, “Suriye’de ya Esad rejimi devrilir ya da devrilir!”den başka çözüm tanımamaktadır. Ancak şu da bir gerçek ki, batılı emperyalistler, Türkiye’nin “vuralım yıkalım” tezinin aksine, bir “geçiş formülü” üstünden Suriye krizini “çözmeyi” tercih etmiş görünmektedirler.

Uzunca bir zamandan beri Rusya’nın savunduğu bu “tedricen geçiş çözümü” İran, tarafından da desteklenmekte, ABD ve SUK’un da bu planı, en azından ilkesel olarak reddetmedikleri bir aşamaya geldikleri anlaşılmaktadır. Ama yine de bu plan üstünde hemen bir uzlaşma olması da beklenemez, beklenmiyor. Tersine daha bir dizi görüşme ve başka türden denemeler, sınamalar olacaktır.

Sorunun boyutları dikkate alındığında gerçek bir uzlaşma için daha çok toplantılar, tartışmalar, siyasi krizler askeri çarpışmaları da içeren mücadeleler olacaktır.

Ancak şimdiden şunu söyleyebiliriz ki, Türkiye’nin Suriye politikası, “Keskin sirkenin küpüne zarar vermesi” gibi SUK’un bile kendisini terk etmesiyle, yalnızlaşmasının zirve yaptığı bir aşamaya gelmiştir.

Ve şu anda Türkiye’nin Suriye politikasının destekçisi olarak El Kaideci, Talibancı, İslami Cihadçı şeriatçı terörist örgütler ve çeteleşmiş gruplar kalmıştır. Ancak bu saatten sonra Türkiye’nin de onları açıkça desteklemesi zorlaşmaktadır. SUK’la bu çeteler ayrıştıkça Türkiye’nin bunlar üstünden Suriye krizine müdahil olması daha da zorlaşacaktır. Ve tabii bu aşamadan sonra bu çetelerin Türkiye içinde de eylemlere başvurmaları sürpriz olmayacaktır.

Bu Davutoğlu-Erdoğan ikilisinin liderlik yaptığı dış politikanın başarısıdır!

Bu kadar ektiler, bir şeyler biçeceklerdir!

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et