05 Şubat 2013 09:53

Çakma deliller iddianamesi

Çakma deliller iddianamesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Avrupa İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg ve delegasyonu 10-14 Ekim 2011  tarihleri arasında Türkiye’ye yaptığı ziyaret sonrasında, “Türkiye’de Adalet Yönetimi ve İnsan Haklarının Korunması” başlıklı bir rapor hazırlamıştı. Yayınlandığı dönemde çok tartışılan 10 Ocak 2012 tarihli bu raporda şu ifadelere yer veriliyordu:
“Komiser, özellikle terör ve organize suç davalarında iddianamelerin aşırı uzun olabildiği, zaman zaman binlerce sayfa sürdüğü yolundaki bilgiler konusunda endişelenmektedir. Bunun nedeni, bu iddianamelerin, dinlenilen telefon konuşmalarının -ki bu konuşmaların bazılarının söz konusu suç ile alakasının az olduğu bildirilmiştir- uzun, tasnif edilmemiş deşifre metinler gibi delillerden meydana gelen bir derleme içermeleridir. Komiser, Türk makamlarının, savcılara, mevcut delilleri süzgeçten geçirmek ya da bu tür son derece karmaşık davalarda yeni deliller toplamak için gerekli nitelikler ve kaynaklara sahip olma imkanını sağlaması gerektiğini düşünmektedir ki bu, savcılara esas açısından önemli delillerle isnat edilen suç arasında bağlantı kuran sağlam hukuki analizler içeren yüksek kaliteli iddianameler hazırlama olanağı tanıyacaktır.”
Hammarberg, daha sonra katıldığı Hrant Dink anmasında bu gözlemini daha açık ifade etti: “İddianameler çok düşük kalitede. Hakim ve savcılara sağlam bir eğitim verilmesi şart. Tek başına yasaların değiştirilmesi ya da yeni yasa yapılması yeterli olamaz.” (Hürriyet, 21 Ocak 2012)
Hammarberg’in bu saptaması, CNN Türk’te 23.01.2012 günü yayımlanan “Tarafsız Bölge” programında Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e sorulmuş, Ergin de şöyle yanıt vermişti: “Eğer tanzim edilen her iki iddianameden bir tanesi beraatla sonuçlanıyorsa, bunlar kaliteli bir iddianame hazırlığı deme şansım yok Adalet Bakanı olarak; bunu teslim ediyorum.”
Aradan bir yıl geçti, değişen bir şey yok.
İzlediğim ‘KCK basın davasının önceki günkü duruşması bunun kanıtlarıyla doluydu.
En çarpıcı olanından başlayalım. DİHA Muhabiri Çağdaş Kaplan’ın aleyhine dava dosyasına delil olarak konulan ve onu Konya’ya bağlı Kandil kasabasının tabelası önünde zafer işareti yaparken gösterdiği iddia edilen fotoğraftaki kişi Çağdaş Kaplan değildi. O fotoğrafı Çağdaş’ın başını yakacak bir delil olsun diye savcının önüne koyan emniyet mensuplarının bunun hesabını vermesi gerekmiyor mu? Aynı şekilde o fotoğrafı, doğruluğunu araştırmadan iddianameye koyan savcının bunun hesabını vermesi gerekmiyor mu? Bu soruları, davanın avukatlarından Sinan Zincir’e sordum. O da bunun adil yargılamayı etkileyerek suç oluşturma teşebbüsü olduğunu belirtti ve bununla ilgili olarak emniyet mensupları ve savcı hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi.
Sonucunu takip edeceğiz!
Yazının girişinde yer verdiğimiz rapordaki saptamaları doğrulayan bir başka örneğe geçelim.
Duruşmada iddianamenin okunmasına, 406’ıncı sayfadan devam edildi. Davayı izleyen meslektaşlarımızın önemli bölümü iddianame ellerinde olduğu için saatler süren bu sıkıcı duruma katlanmak istemediler ve bir süre sonra salondan çıktılar. Salonda kalan gazeteciler içinde iddianame okunurken kitap okuyan bile vardı.
Günün sonunda ancak 538. sayfaya ulaşılabilmişti ve okunan bölümün önemli bir kısmı telefon kayıtlarına dayanıyordu. Ve Çağdaş Kaplan’ın bir haber ile kendisini telefon ile arayan Roj TV’ye bilgi vermesi ya da Ömer Çelik’in kendisini arayan haber kaynaklarıyla bir habere dair yaptığı konuşmalar iddianameye bir suç delili olarak konulabilmişti.
Her insanın konuşurken gayriihtiyari dile getirebileceği “şey”, “hım”, “hıı” gibi ifadeler ise, iddianamede kişilerin örgütsel bir konuyu kamufle etmek için başvurdukları söylemler gibi sunuluyordu.
33 meslektaşımızın her tarafından dökülen böyle bir iddianame ile bir yılı aşkın süredir cezaevinde tutulması bir rezaletten başka nedir!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa