20 Şubat 2013

İnsanın kanına dokunuyor

"Türk, bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler!.."
Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarından Mahmut Esat Bozkurt’a ait bu sözleri bir kez daha alıntılamamın nedeni, hâlâ bu zihniyetin devam ettiğine dikkat çekmek...
Mahmut Esat’ın bu sözleri cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devletin felsefesi oldu. Dağa taşa, çayıra çimene, şuna buna hep aynı imza atıldı: Türk...
Türk’e ait her şey olağan yaşamın bir parçası gibi kabul görürken, Türk olmayan her şey ya yasaklandı ya da Türk’e uyarlanıp eritildi.
Laz, Rum, Ermeni, Kürt, Arap fark etmez; bunlardan hangisi Türk oldu ise ‘gurur duydu.’
Velhasıl-i kelam Türk olan, Türk’e uyarlanan her şeyin önü açılırken, aksini iddia edenlere sadece ‘hizmetçi olma, köle olma hakkını’ lütfettiler!
Çoğu kez ‘hizmetçi olma, köle olma hakkını’ bile çok gördüler...
Bu zihniyet, Türklük vurgusu aynı tonda olmasa bile, ‘efendi buyurganlığı’, ‘Ben yaparım’, ‘Ben veririm’ boyutuyla devam ediyor. Yıllar yılı süren Mahmut Esat Bozkurt siyaseti hiç kuşku yok kendini Kaf Dağı’nın zirvesinde gören bir efendi zihniyeti yarattı. Ne yazık ki bu mantalite beraberinde Kaf Dağı’nın zirvesindeki efendilerin el eteğini öpen köleleri de oluşturdu.
Nasıl mı?
Masum ve ileri gibi görünen, birilerini -yani şu Kaf Dağı’ndaki efendilerin kölelerini- çok ama çok sevindiren, hatta bu birilerini bizim gibi düşünenlere yönelik “Daha ne istiyorsunuz?​” boyutuna getiren şu son birkaç gündeki iki beyana bakalım...
Recep Tayip Erdoğan: “Kürtçe vaaz verilebilir...”
Bekir Bozdağ: “Vatandaşlarımızın mahalli ihtiyaçları dikkate alınarak hutbeler, vaazlar ve sohbetler yapılıyor...”
Bunlardan çıkan sonuç şu değil mi?
“Efendilerimiz lütfediyor...”
Üstelik “efendilerimiz lütfederken” büyük efendi “verilebilir” buyuruyor; “şürekası”, “Zaten gayri resmi göz yumuyorduk, artık resmiyete de dökebiliriz” demeye getiriyor.
Bu yaşananlar Kürtçe vaaz konusunda...
Kürtçe eğitim konusunda kullanılan dilin de bundan aşağı kalır yanı yok; hatta daha aşağılayıcı...
Kürtlerin dilini yasaklayan, onlarca yıl yok etmek için uğraşan, Kürtçeyi vebalı konuma getirenler şimdilerde lütfedip “Yasakları biz kaldırdık, asimilasyonu bitirdik” diyorlar.
Biten yasak ne?
“Kürtçe televizyon açtık.”
“Kürtçenin okullarda seçmeli olarak verilmesini sağladık.”
“Mahkemelerde Kürtçe savunmayı serbest bıraktık.”
İyi güzel de kullanılan şu dil ne Allah aşkına!
Hep buyurgan bir dil; tekil ya da çoğul fark etmiyor, sonuçta birinci şahıs dili...
Açtık, sağladık, bıraktık, verdik...
Bilmeyen, bunların birileri tarafından baba dede hayrına ulufe olarak dağıtıldığını sanır.
Eğer Kürtler bunca yıl mücadele vermeseydi, bunca ağır bedel ödemeseydi şu “lütfettiklerinizin” zerresini gündeme getirir miydiniz?
Kürtçe vaaz ve eğitim konusunda kullanılan dil bunca aşağılayıcı, buyurgan bir dil iken siyaseten kullanılan dilin bundan aşağı kalır yanı mı var?
İyi kötü başlatılan bir süreç var. Hangi boyutta olduğunu bilmiyoruz ama görünen o yapılan görüşmeler, sürdürülen pazarlıklar var.
Ama “efendilerimiz” her konuştuklarında öyle bir dil kullanıyorlar ki insanın kanı donuyor.
Dert sorun çözmek ise kullanılan bu dil ne?
Bu buyurgan dile, bu efendi tutumuna tav olacaklar varsa, hiç gocunmayın ama Mahmut Esat siyasetine tav olmuş “hizmetçi ve kölelerden” ötesi değildir.
Bu buyurgan dille, bu efendi üslubuyla onurlu Kürt’e, onurlu insana, dünyayı bile ‘bahşetseniz’ tek bir adım attıramazsınız...

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et