Yeni bir anayasa üzerine yapılan tartışmaların odak noktasını vatandaşlığın tanımı oluşturuyor. İleri sürülüp tartışılan fikirlerin başlıcaları şöyle: Anayasadan “Türk Milleti, Türklük” çıkacak mı? Çıkacaksa yerine ne konulacak? Türkleri ve Kürtleri kapsayacak ortak bir tanım olanaklı mı? Anayasadan “Türk Milleti’nin hakimiyeti” çıkarsa bu bir “felakete” yol açmaz mı?

Örneğin Taha Akyol şöyle yazıyor: “Millet adının Türk milleti, bayrak adının Türk bayrağı olması, bu toprakların bin yıllık tarihinin reddedilemez ve tabii sonucudur. “Türk” kavramını millet ve bayrak adı olmaktan çıkarıp “etnik gruplardan biri” haline getirmenin yol açacağı ağır kimlik krizlerini, sosyal bunalımları düşünmek bile istemiyorum.”

Diğer taraftan şöyle değerlendirmeler var: “AKP ve BDP Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kavramında buluşuyor. Vatandaşlık tanımı yapılırken, anayasa taslağından Türklük çıkarılıyor.”(Yalçın Doğan) Cumhurbaşkanı Gül ise ‘1924 Anayasasında yazılan tarif aslında iyi bir tarif’ diyor ve bu tartışmalara katılıyor. Hatırlanacağı gibi 1924 Anayasası özel bir vatandaşlık tarifi yapmıyor ama çeşitli maddelerde “bütün yetkiyi Türk milletine” veriyor. Bu arada tartışmalarda diğer ülke anayasalarından örnekler veriliyor ve genellikle belirli bir milletin egemenliğini temel alan anayasalar referans gösteriliyor vb.

Bu tartışmalarda öncelikle göz önünde bulundurulması gereken, sürekli hatırlanması gereken temel bir unsur var ve bu dikkate alınmadan anayasa konusunda demokratik bir adımın atılması olanaklı değildir. Bu temel unsur şudur: Eğer bugün yeni bir anayasa ve bu anayasa da vatandaşlık tanımı tartışılıyorsa, bu tartışmanın ilk nedeni Kürtlerin demokratik ve eşit bir yaşam isteği için sürdürdükleri mücadeledir. İkinci neden de ilkiyle bağlantı içerisinde ele alınması gereken ülkede demokrasi mücadelesi veren ilerici güçlerdir. Bunların talep ve istekleri karşılanmadan, ya en azından bu kesimlerin genel olarak kabul edebilecekleri bir uzlaşmaya varılmadan yeni ve demokratik bir anayasa olanaklı değildir. Bu duruma rağmen belki yeni anayasa dayatılabilir ama o takdirde de bu anayasa demokratik olmayacaktır.

Bu ülkede daha önce pek çok kez anayasa yapıldı. 1921 Teşkilatı Esasi’si, 1924 Anayasası, 61 ve 81 anayasası ve onlarca kez yapılan anayasa değişiklikleri var. Bütün bunlara rağmen anayasa ve vatandaşlık sorunları tartışılıyorsa, geçmişte kurulan statüko üzerinden yapılan anayasaların bu sorunu çözememiş olduğu kabul edilmek zorundadır. Anayasalar güç ilişkilerinde belirli değişikliklerin gündeme gelmesi üzerine yapılırlar. Bu güç ilişkilerinin anayasal metinlere yansımaları, bir sınıfın egemenliğini güvenceye alacak tarzda olmuştur. Çok uluslu toplumlarda da bu sorun, genellikle geçmişte ilk olarak gelişmiş ve ezen ulus olarak örgütlenmiş ulus lehine çözülmüştür. Sorunun yeniden gündeme gelmesi ancak ezilen ulusların yeni bir uyanışı ve mücadelesinin sonucu olabilmiştir. Bugün bu noktaya gelinmiştir. Bu özgün durum dikkate alınmadan demokratik bir anayasa konusunda ileriye doğru tek bir adım bile atılamaz.

Anayasa tartışmalarına gerici bir cepheden katılanlar ya bu özgün durumu yok sayma eğilimindedirler, ya da eski statükoyu küçük değişikliklerle devam ettirme pozisyonundadırlar. Yukarıda bütün söylenilenlerin ülkeye ilişkin somut anlamı şudur: Kürtlerin mücadelesinin geldiği nokta yeni ve demokratik bir anayasayı ve bu anayasa da kapsayıcı olan ve eşitliği temel alan yeni bir vatandaşlık tanımını zorunlu kılmaktadır. Yapılacak bu tanım, Kürtler adına politika yapan, görüşmelerde bulunan politik hareketin taleplerini karşılamak ve onların onayını almak zorundadır. Bu gerçek göz ardı edilerek ulaşılabilecek hiçbir demokratik çözüm bulunmamaktadır. Buna rağmen bu durumun Türklerde “ağır kimlik krizlerini, sosyal bunalımları” ortaya çıkaracağını ileri sürmek ise sorunun demokratik bir çözüme kavuşmasını kabul etmemek anlamına gelmektedir. Diğer yazılarımızda bu sorunu işlemeye devam edeceğiz.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et