Evrensel için yeni bir dönem

'Sızıntı' ve ulusalcı hezeyanlar!

Milliyet Muhabiri Namık Durukan’ın yayımladığı, Öcalan’ı ziyaret eden heyetle yaptığı “görüşmenin zabıtları”, görüşmelere karşı olan “ulusalcı çevreleri” adeta ayaklandırdı. Oslo görüşmelerinin zabıtlarının sızdırılmasının görüşmelerin sabote edilmesine dayanak yapıldığını bilen bu çevreler, “İmralı görüşmeleri”nin de aynı nedenle açmaza sürüklenebileceğini düşünerek hareket ediyor görünüyor.
Dolayısıyla ulusalcı çevreler bu girişimle, bir yandan “Kim sızdırdı?​” üstünden görüşmelere katılan taraflar arasında zaten pamuk ipliğine bağlı “güven” sorununu istismar ederken öte yandan da Öcalan’ın her vesileyle ifade ettiği ya da edebileceği görüşlerini, “Vay neler demiş!” diyerek “çözüm girişiminin Türkiye’yi bölme girişimi” olduğu propagandasına hız vermişlerdir.
Ancak bugün “Kim sızdırdı?​” sorusunun yanıtı Oslo görüşmelerine göre daha kolay!
BDP tarafı, bu konuda aşırı titiz davrandığına göre (BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş yaptığı açıklamada sızıntının kendilerinden olmadığını çok net bir dille açıkladı), bu “sızıntı” bir kurum olarak BDP merkezinden olamaz. Eğer Erdoğan ve Hükümeti, “Kim sızdırdı?​” sorusunun yanıtını samimi olarak ararsa, kimin sızdırdığını, hemen elleriyle koymuş gibi bulabilirler!
Kısacası, Kürt sorununun barışçı çözüm girişimleri ilerledikçe, savaştan beslenen, ekonomik ve siyasi rant sağlayan iç ve dış güçlerin, Kürt siyasi güçlerinin inisiyatifinin artmasından rahatsızlık duyanların, kendisine ulusalcı diyen çevrelerin provokatif girişimlerinin arttığı da görülüyor. Dahası süreç ilerledikçe bu tür girişimlerin artması da sürpriz olmamalıdır.
Dün Kürt sorununun barışçıl çözümüne açıkça karşı çıkamayanlar, bugün, “Vay, Öcalan özerklik istemiyoruz derken art niyetliymiş, şimdi istemiyor ama koşullar olgunlaştığında isteyecekmiş!”, “Vay, AKP’’yle uzlaşıp Başkanlık sistemine destek verecekmiş!”, … gibi, niyet okuma ve söylenenlerin cımbızlanması ya da gerçeğin doğrudan söylenmiş olmasından duydukları rahatsızlığı, “Gelecekte şunlar olabilecek” üstünden fırtınalar koparıyorlar.
Öyle ki CHP’nin 20’yi aşkın “ulusalcı vekili” “Öcalan başkanlık sistemine destek veriyor” diye ayaklanıyor.
İP-ADD çizgisi ise görüşmelerin provoke edilip militarist çözümün tek yolu olarak sunulması için her fırsatı kullanıyor. MHP ise zaten istim üstünde; sözcüleri, günde birkaç kez İmralı görüşmelerine sövüp saymaz, bu görüşmelere destek verenleri “vatan haini” ilan etmezlerse MHP’lileri geceleri uyku tutmuyor. Sadece ortam ısındıkça, nabızları daha yüksek atıyor.
Başbakan, “görüşmelerin devamı” için her vesileyle “kararlılık” ifade etse de partisinin o kadar rahat olduğu da söylenemez. Kaldı ki Başbakan ve Hükümetinin de gerçek bir barış için uğraştığı da çok şüphelidir. Bir yandan Öcalan’ın mektubunu Kandil’e gönderip, onların yanıtını bekleyen hükümetin öte yandan Kandil’e yönelik saatlerce süren hava bombardımanları yapması, içerde fırsat buldukça askeri operasyonlara hız vermesi de kabul edilebilecek çizgiler içinde açıklanabilir değildir.
Hükümet sözcüleri bu çelişkiyi, “Terörle mücadele siyasi uzantılarıyla müzakere!” gibi büyük bir keşif gibi sundukları formülasyonla açıklıyor. Ancak bugüne kadar bu formülasyona sığınan politik hat, sadece barışçı çözüm düşmanlarının, ırkçı milliyetçi odakların süreci provoke etmelerine açık hale getirmiştir.
“Görüşme zabıtları”nı sızdıranlar da aslında görüşme sürecinin hükümet tarafından provokasyona açık bir hale getirilmesinden yararlanıyor. Bu oyunları bozmanın tek yolu ise kapalı kapılar arkasında ayrı kamuoyu önünde ayrı konuşmalara son verilmesi, görüşmelerin mümkün olduğu kadar kamuoyuna açık hale getirilmesinden geçmektedir. Aksi halde, “onu mu dedi, bunu mu demedi” tartışması asıl sorunların halkın gündemine girmesini zorlaştıracağı gibi, sürecin provokasyonlara açık kalmasına da neden olacaktır.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et