Tribündeki tehlike, tribündeki umut

Milliyetçiliğin hakim ideolojinin vazgeçilmez bir parçası olduğu toplumlar kaçınılmaz olarak ırkçılık üretir.
Hele ki bu toplumda bir ulusal sorun, etnik gerginlik varsa, milliyetçiliğin, egemen sınıfın halka yutturduğu afyonların en etkilisi olması işten bile değildir. “Başbölücü” olarak egemen ulus milliyetçiliği, toplumsal çelişki, çatışma anlarında ırkçılık halinde şiddete dönüşür.
Kürt halkının en temel taleplerinin senelerdir milliyetçiliği ana enstrüman olarak kullanan fikri akımlarca bastırıldığı; Kürtlerin özgürlüğünün Türklerin aleyhineymiş gibi yansıtıldığı; Kürtlerin taleplerinin “bölücülük” şemsiyesi altında gayrimeşrulaştırılmaya çalışıldığı Türkiye toplumu, yukarıda tanımlanan gerginliği on yıllardır yaşıyor.
90’larda kendi yurtlarından köy yakmalar, ekonomik zorunluluklar ve savaş sebebiyle Batı illerine göç etmek zorunda kalan Kürtlerle emekçi sınıflardan Türklerin karşılaşması çoğunlukla bu atmosferin etkisinde gerçekleşti. Halihazırda kendi hayatını idame ettirmekte zorlanan “yerli” halkın mensupları, kendisinden daha düşük ücretlere çalışmayı kabul etmek zorunda kalan, kayıt dışı sektörlerin motoru haline gelen, kendisinden farklı görünen, konuşan, üstelik en temel insani hakları bir savaş sebebi, “bölücülük” olarak yaftalanan bu insanları düşmanı gördü. Ona karşı milliyetçi, ırkçı ön yargılar geliştirdi.
Bunun önüne geçmenin tek yolu olan sınıf bilinci ve proletarya enternasyonalizmini emekçiler içerisinde yaygınlaştırmaya çalışan sosyalistler bu süreçte hakim ideolojinin gücünü kıramadı. Batı illerinde Türk ya da göçmen de olsa “yerli” halktan insanlar farkında olmadan egemen sınıfın safında ırkçılığın vurucu gücü olarak sokaklarda kullanıldı.
Bu “sokak”lardan biri de tribünlerdi. 90’lardan itibaren bilinçli olarak buralarda mevzilenen ülkücü harekete, her maç öncesi okutulmaya başlanan İstiklal Marşlarına ek olarak yukarıdaki atmosfer de tribün müdavimlerini milliyetçilikle avcuna aldı. Bölge’deki OHAL koşullarında Kürtler nasıl futbol tribünlerini özgürce bir araya gelme, taleplerini haykırma aracı olarak kullandıysa (Çünkü sokakta bir araya gelme polis müdahalesi anlamına geliyordu), Batı illerinde de bunun aksi oldu. Milliyetçilik, cinsiyetçilik ve militarizm, hemen her kentte kemik ekibi varoşlardan gelen taraftar gruplarının tıynetini belirledi. Kısacası tribünler toplumun bir aynası olmanın da ötesinde, tribün dediğimiz mekanın “bir araya getirici”, “örgütleyici” özelliklerinin negatif koşullar altında negatifleşen etkisiyle bu 3 gericiliğin (milliyetçilik-cinsiyetçilik-militarizm) en uçlarda yaşandığı, kitlelere seslendiği ve fiziksel şiddete döndüğü alanlar oldu.
Samsun’da HDK’ye yönelik saldırılarda binlerce takipçisi olan Samsunspor twitter hesabının oynadığı rol... Pazar günü Kadıköy’de bir grup Bursaspor taraftarının ırkçı, cinsiyetçi saldırısı...
Son günlere damgasını vuran, “taraftar grubu” odaklı şiddet eylemlerini bu özellikleri göz önüne alarak tanımlamak mümkün. (Bir de tabii hafta sonu oynanacak Göztepe-Karşıyaka derbisinin Newroz’a karşı örgütlenme aracı olma tehlikesi var.)
Öyle görünüyor ki, bu karakterde şekillenen “taraftar grupları” önümüzdeki dönemde olası bir müzakere masasını devirmeye yahut Kürtlerin masadaki elini zayıflatmaya yönelik provokasyonlarda kullanılmaya müsait durumda.
Provokasyon yaratacak kadar “ırkçı” her yerde bulunur. Sistem tüm araçlarıyla bu halkı on yıllardır bunun için eğitti. Ve bu güruh sokağa çıkartıldığında amaç, onların gürültüsünün çoğunluğun sesini yansıttığı imajını vermektir. Ancak artık Kürt sorununda çözüm istemeyenlerin marjinalleştiği gizlenemez bir gerçektir. Tribündeki bu paramiliter marjinalitenin tasfiyesinde de barış, eşitlik, çözüm safındaki “tribün gücü”nün oynayabileceği rol azımsanmamalıdır.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et