2 Nisan 2013

Çözüm kapitalizme havale...

Türkiye’deki Kürt sorununun, Ortadoğu’daki sorundan bağımsız düşünülemeyeceğini biliyoruz. Özellikle sosyalist sistemin çözülüşünden bu yana, eskinin sosyalist ülkelerinin birçoğunun kapitalist sisteme entegre olmalarından itibaren Kürt sorunu kapitalist dünyanın sorunu olmuş ve son 20 yıldır da çözümü ağırlıkla bu sistem içinde aranmıştır.
Kabul edelim veya etmeyelim, Ortadoğu’nun devasa sorunlarından olan ve hâlâ çözüm bekleyen Filistin sorunu da, Kürdistan sorunu da artık büyük oranda kapitalist dünyanın sorunudur.
Görünen o ikisinin de çözümü atbaşı gidecektir.
Filistinlilerin de, Kürdistanlıların da özü itibariyle anti emperyalist bir mücadeleyi örgütlemiş ve yürütmüş olmaları bu gerçeği değiştirmiyor.
Filistinliler, yıllar önce sorunlarını kapitalizme havale etmiş olmalarına rağmen hâlâ nihai çözümü yakalayabilmiş değiller.
Son gelinen noktayı aklı selim değerlendirdiğimizde görüyoruz ki PKK açısından da, büyük resimde yer alan diğer Kürdistanlılar açısından da artık zorlanan nokta çözümün kapitalist yollarıdır ve tüm aktörleriyle bu yola girilmek üzeredir.
Bu yönüyle baktığımızda son kavşağa varmanın kolay olmayacağını, elbet ilanihaye devam etmese bile çözümün o kadar kısa sürmeyeceğini de bilmekte yarar var.
Birinci Körfez Savaşı ile birlikte Amerika’nın Irak’ı işgali, Irak Kürtlerinin önüne yeni fırsatlar çıkardı. Irak rejimiyle 1900’lerin başından beri süren sıcak savaşa rağmen bazı geçici dönemler hariç kendi egemenliklerini ilan edemeyen, yeri geldiğinde Ortadoğu’daki dört ülkeyle savaşmak zorunda kalan Kürtler, Irak’taki rejim değişikliğinden sonra Güney Kürdistan’ın tümünde olmasa bile önemli bir bölümünde kendi yönetimlerini kurdular. Saddam’ın 2. Körfez Savaşı sonrasında iktidardan tamamen gitmesi ile birlikte Güney Kürdistan, resmen federal yönetimine de kavuştu.
Kürtlerin önüne ikinci fırsat beklenilenin aksine Suriye’de çıktı. Tunus’tan başlayıp Mısır ve Libya’da devam eden ve nihayetinde Suriye’ye ulaşan “Arap Baharı” kısa sürede Kürtlerin Batı Kürdistan’da yönetimlere fiili olarak el koymalarını beraberinde getirdi. Mümkün olduğunca Batı Kürdistan’ı çatışma alanı olmaktan uzak tutan, zorluklarına rağmen kendi iç çelişkilerini aşarak Yüksek Kürt Konseyi’ni kuran, 30 bin kişilik Halk Savunma Birlikleri’ni kısa sürede oluşturan Batı Kürdistanlılar, başta Türkiye olmak üzere bölgede etkili olmak isteyen geniş bir kesimin hesaplarını alt üst etti.
Bu önemli kazanımlara rağmen Kürtler ne Batı’da, ne de Güney’de hâlâ istenilen “tanınmışlığı” sağlayabilmiş değiller. Elbet bu “tanınmayı” sağlayacak olan Kuzey ile Doğu’nun durumlarının da netleşmesidir.
1984’lerden bu yana Türkiye’ye karşı büyük bir savaş veren PKK, Ortadoğu’daki cepheleşme içinde yüzünü ABD ve batılı emperyalistlerden çok İran, Irak ve Suriye rejimlerine dönmüştü.
Elbet şunu anlamak mümkün: Suriye, Irak ve İran Kürtleri açısından ABD ve Batılı Emperyalistlerle, bunların en iyi müttefiki olan Türkiye veya İsrail ile iletişime girmek, zorlayıcı değil hatta tercih edilen bir durumdu. Ama bu ülkelerin en ciddi müttefiki Türkiye ile ağır bir savaş yürüten PKK’nin ideolojik boyutundan öte zorunlu olarak da bu cephenin karşıtı olacağını bilmek için kahin olmaya gerek yok.
Türkiye ile savaşan bir PKK Türkiye’nin önemli bir aktörü olduğu cephenin müttefiki olamazdı. Bu ilişkinin kurulması, PKK’nin de İran, Irak ve Suriye Kürtlerinin geniş bir bölümünün içinde yer aldığı cephenin bir bileşeni olması için en azından PKK ile Türkiye’nin savaşının sonlanması lazım.
Şimdilerde yaşananları bu dengeler üzerinden de değerlendirmekte yarar var.
Bu durum eğer ustaca davranmayı başarabilirlerse, batılı emperyalist cephe içinde şimdiye kadar nispeten güçsüz ve dağınık duran Kürtlerin elini daha da güçlendirebilir.
Önümüzdeki günlerde fotoğraf giderek netleşir ama şunu da bilmekte yarar var: PKK de, AKP hükümeti de bu noktaya sadece kendi dinamikleri ile gelmediler. Bundan sonra da salt kendi dinamikleri ile yürütemezler...

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et