21 Mayıs 2013

Başbakan Erdoğan’ın ABD gezisinde istediği sonuçları almadığı görülüyor. Başından beri tüm stratejisini Esad’ın kısa sürede gideceği üzerine kuran Erdoğan Hükümeti, ABD ve özellikle Rusya’nın siyasal iş birliği zeminini zorlaması nedeniyle tezlerinin çöktüğünü görünce bu kez BM’nin aktif müdahalesini devreye koymaya çabalıyor. Başbakan Erdoğan’ın BM’ye dönük sert eleştirilerinden bu konuda da istediği sonucu elde etmediğini görebiliyoruz. BM, ABD ve Rusya’nın ortaklaşmadığı bir konuda adım atmakta o kadar istekli görünmüyor.
Suriye’de yaşananlara dönük atılacak adımların Cenevre’de düzenlenecek konferanstan sonra daha somut olacağı aşika. Tabi Cenevre Konferansı’nın sanıldığı kadar rahat kotarılmayacağını da söylemek mümkün...
Rusya bölgesel bir aktör olarak İran’ın bu konferansa davet edilmesinden yana. ABD nispeten yumuşamış olmasına rağmen İran’a koyduğu marjı henüz kaldırmamış. Bir önceki konferansın bedeli Suudi Arabistan oldu; ABD, İran’a koyduğu marjı kaldırır ise Suud Şeyhlerinin de konferanstaki yerlerini alacağı görülüyor.
Suriye, aslında Türkiye’nin Ortadoğu’da ‘aktif politika’ adı altında üst perdeden sürdürdüğü siyasetinin geldiği noktayı görmemiz açısından önemli. İsrail’e ‘One Minut’ çekmesi sonrasında Arap ülkelerinin bir kısmında Erdoğan’a sevgi gösterilerinin düzenlenmesi, özetle Arap ülkelerinde oluşan ‘Erdoğan Karizması’ AKP adına ‘stratejik derinlikli’ siyaset yapanların iştahını kabartmıştı. Kabaran iştah gidip gelip asıl aktörlerin duvarına çarptı.
Uzun bir tartışma ama Reyhanlı Katliamı’nı biraz da asıl aktörlerin duvarına çarpan siyasetin bir yansıması olarak da değerlendirmek mümkün.
* * *
AKP Hükümetinin Suriye’de çöken siyaseti yalnızca Esad Rejimine karşı sürdürdüğü politikalar değil; Suriye Kürtlerine dönük sürdürdüğü siyaset de geri tepti. El Nusra ve benzeri çeteler aracılığıyla Batı Kürdistan’daki siyasal dengeleri Türkiye lehine çevirmeye çabalayan Erdoğan Hükümeti, Serêkaniyê Direnişi karşısında geri adım atmak zorunda kaldı. Ama Hükümet hâlâ Batı Kürdistan’daki siyasal güçler arasında ayrımcı davranmaya, tercihine uygun davranan kesimlerle görüşürken diğerlerini dışlamaya, en azından görmezden gelmeye devam ediyor. Bundan umulan medet de kendini Batı Kürdistanlı siyasal güçler arasında yaşanan sorunlarda gösteriyor.
Türkiye’nin dışladığı PYD, Batı Kürdistan’daki etkin siyasal güçlerden biri. Halk arasında karşılığı var. YPG adı verilen silahlı Halk Savunma Birlikleri’nin önemli bir çoğunluğu PYD militanlarından oluşuyor. PYD, hem yerel yönetimlerde, hem YPG’de, hem de iç güvenliği sağlayan Asayiş’te etkin. PYD’nin bu etkinliğine rağmen Türkiye ile ilişkilerin daha çok PYD dışındaki bazı yapılar tarafından ikili olarak yürütülmesi Kürt Yüksek Konseyinin çalışmalarına olumsuz yansıdığı gibi 11 Temmuz 2012’de imzalanan Hewlêr Antlaşması’nın yaşama geçirilmesinde de sıkıntılar yaratıyor. Elbet PYD’nin de eksileri var. PYD etkin olduğu bölgelerde YPG ve ona bağlı asayiş güçlerini zaman zaman diğer siyasal güçler üzerinde otorite kurmada kullanabiliyor. PYD’nin YPG üzerinden kendilerine dönük otoritesini kabullenemeyen, bu nedenle Kürt Yüksek Konseyi’nin çalışmalarına gerekli desteği vermeyen bazı siyasal güçler ise etkilerini ya Türkiye ya da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi üzerinden artırmaya çabalıyorlar.
Bu olumsuzluklar son sınır geriliminde görüldüğü gibi bazen Batı Kürdistanlı siyasal yapılar ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin karşı karşıya gelmesine de neden olabiliyor.
Batı Kürdistanlı siyasal güçler açısından Kürt Yüksek Konseyinin kuruluşuna da yol açan Hewlêr Antlaşması önemli bir belgedir. Taraflar bu antlaşmaya uygun adımlar attıkları sürece ilerleme kaydederler. Aksi durumda siyasal yapıların her biri arayışlarını ‘başkaları’ üzerinden sürdürür ki bu da yeni ve istenmeyen durumların ortaya çıkmasını sağlayabilir.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et