İşçiler haklı değil mi?

Türk-İş tarafından, her ay düzenli olarak yapılan “açlık ve yoksulluk sınırı” araştırmasının 2013 Mayıs ayı sonuçlarına göre, dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 995.3 TL, yoksulluk sınırını ise 3 bin 242 TL olarak belirlenmiş. Bir işçi için belirlenen yaşama maliyeti bu ay  1.120.8 TL olarak hesaplanmış. Hatırlanacağı gibi aylık net asgari ücret ise 773 TL’dir. Yapılan hesaplamalar göstermektedir ki, önümüzdeki aylarda da işçilerin yaşam koşullarını daha fazla zorlayacak fiyat artışları gündeme gelecektir.  
Diğer taraftan toplu sözleşme görüşmeleri süren ve grev hazırlığı yapılan metal iş kolunda 84 fabrikadan işçiler taleplerini elde etmek için bir deklarasyon yayınlayarak kararlılıklarını bir kez daha ilan ettiler. Sadece bu kadar mı? THY grevcileri, grev ve direnişe çıkan tek tek iş yerlerindeki işçiler çalışma ve yaşam koşullarının düzeltilmesi talebiyle mücadeleye atılıyorlar. Bütün bu gelişmelerin yukarıya aktardığımız araştırmanın sonuçları ile doğrudan doğruya ilişkili olmadıklarını kim iddia edebilir?
Kuşkusuz aklı başında hiç kimse böyle bir ilişkinin olmadığını ileri süremez. Bu gelişmeler bir taraftan işçi ve emekçilerin her geçen gün daha da kötüleşen yaşam ve çalışma koşullarını ortaya koyarken, diğer taraftan da bu kötü gidişe dur demek isteyen işçi ve emekçilerin mücadelesini ortaya koyuyor. Buna karşın sermayenin yılmaz savunuculuğunu üstlenmiş olan hükümet, grev hakkını fiilen kullanılamaz hale getirmek için grevlere doğrudan müdahalelerde bulunuyor. Sendikalarda örgütlenebilmek ise başlı başına büyük ve kararlı mücadeleleri gerektiriyor.
Gerçekler böyle olmasına karşın sermayenin ve hükümetin sözcüleri ve savunucuları, sürekli olarak ülke ekonomisinin ne kadar geliştiğinin ve büyüdüğünün propagandasını yapıyorlar. Bankaların ve dev şirketlerin açıkladıkları dönemsel cirolara ve karlılıklara bakıldığında gerçekten de bir büyümenin ve gelişmenin olduğu görülüyor! Sermaye sınıfının varlıkları ve zenginlikleri sürekli olarak artıyor. Ancak emek güçleri ile bu zenginliği yaratan işçi ve emekçiler sürekli olarak daha fazla yoksullaşıyorlar. İşçinin emeği ve alın teri kendisine yoksulluk, sermayeye zenginlik getiriyor.
TÜİK’in 2011 yılı gelir ve yaşam koşulları araştırmasına göre, Türkiye’de her 100 kişinin 16.1’i yoksul. Buna göre ülkede 11 milyon 670 bin yoksul var. Türkiye’de her 100 aileden 17’sinin geliri 600 liradan az. Her 100 aileden 14’ünün geliri 601 lira ile 800 lira arasında değişiyor. Bu şu anlama geliyor, her 100 aileden 31’i yoksul. Her 100 aileden 42’sinin geliri 801 ile 1200 lira arasında. Hepsini toplarsak, her 100 aileden 72’sinin geliri 1200 liranın altında. 2013 Mayıs ayı yoksulluk sınırının ise 3 bin 242 TL olduğunu hatırlarsak gerçeği daha çıplak ortaya koymuş oluruz.
Buna karşın yine geçen yıl Türkiye’de 35 olan dolar milyarderi sayısı bu yıl 44’e yükselmiş durumda. Geçen yıl 35 kişi ya da kurumun toplam serveti 95 milyar dolardı. Bu yıl ise aynı servet toplamı 117.85 milyar dolara yükselmiş. Ortada ‘zenginin serveti züğürdün çenesini yorarmış’ diye geçiştirilemeyecek bir durum var. AKP Hükümeti döneminde laikiyle, dincisiyle bütün sermaye grupları karlarını ve zenginliklerini artırmış durumda.
Bütün bu gelişmelere karşı ilk tepki veren toplumsal kesimlerin başında işçilerin gelmesi sürpriz midir? İşçilerin bu sömürü ve haksızlığı kendi çalışma ve yaşam koşullarında üzerlerinde doğrudan gördüklerini ve yaşadıklarını, emeği ile geçinen ve toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan bütün kesimlerin temsilcileri ve sözcüleri olarak ortaya çıktıklarını ve hareket ettiklerini anlarsak, bütün bunların bir sürpriz ve beklenmedik hareketler olmadığını kolaylıkla görebiliriz. Bugün başta metal işçileri olmak üzere, harekete geçen tüm işçi kesimleri, bu ülkenin halkının çoğunluğunu temsil ediyorlar ve onlar içinde mücadele ediyorlar. Bu nedenle de halk açısından işçileri desteklemek, kendisini desteklemek anlamına gelecektir.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et