19 Haziran 2013

Yılmaz ve Çiller hükümetlerinin sonunu unutma!

Gezi Parkı’nın savunulması biçiminde başlayan ve bu parkın adını bile daha önce duymamış olanları da kapsayarak neredeyse Türkiye’nin bütün illerine doğru genişleyen eylem AKP Hükümetinin 11 yıllık iktidarı boyunca sürdürdüğü politikaların alanlarda sorgulanmasına dönüştü. Bu eylemler, emek ve demokrasi cephesinde yer alan partilerin, sendikaların değil de, daha çok modern yaşam biçimini savunma refleksi ile öne atılan orta sınıf karakterli özelliği ile dikkat çekti. Taraftar gruplarından sanatçılara kadar uzanan geniş bir kesim bu eylemlerin önemli özneleri oldular.
Gelinen noktada ise, AKP Hükümeti devletin bütün imkanlarını kullanarak bu eylemleri gerçekleştirenlere karşı cadı avı başlatmış durumda. Birçok ilde çok sayıda gözaltı var. Bu cadı avı Başbakan Erdoğan’ın kendisine yönelik protestoları anlamaya çalışmak yerine, Milli Türk Talebe Birliği saflarında mücadele yürüttüğü yıllara geri döndüğünü gösteren tutumlarıyla başladı. Kendine oy verenleri miting alanlarında toplayarak, kendisine oy vermeyen ve protesto edenlere karşı kışkırtan Başbakan Erdoğan, karşısındaki muhalefeti ezmek için bir diktatörün yapmaktan imtina etmeyeceği ne varsa sırasıyla yapacak gibi görünüyor.  
Bugün gelinen noktada ise, 2002’den bu yana “istikrar” ile “tek parti iktidarı” arasında o döne döne kurulan uğursuz ilişkinin payı yadsınamaz. Tek partili sermaye iktidarının, işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarının tasfiyesinden eğitim ve sağlığın piyasalaştırılmasına kadar bir dizi sonucu yaşanarak görülüyordu. Bu son eylemler ise, AKP iktidarının eğitimde 4+4+4, kürtaj politikası, içki yasası gibi toplumun muhafazakar politikalar ekseninde yeniden yapılandırılması girişimlerine bir isyandı.
Hükümetin bu eylemler sonrasında başlattığı cadı avı, bu eylemi gerçekleştirenler içindeki “flamasız” kesimlerde “Bütün emeklerimiz boşa mı gitti?​” kaygısına yol açabilir. Ancak toplumsal karşı koyuşların siyasal alandaki sonuçları anlık olmayıp zamanla da açığa çıkabiliyor.
Moral açıdan da, siyasal bir deneyim bilgisi olarak da bu konuda bazı hatırlatmalar yapılabilir.
1989 Bahar Eylemleri sürecinde, 26 Mart 1989’da yapılan yerel seçimlerde iktidarda bulunan Anavatan Partisi (ANAP) büyük oy kaybına uğramıştı. 1987 genel seçimlerinde yüzde 36.3 oy oranıyla iktidara gelen ANAP, 1989 yerel seçimlerinde yüzde 21.8’e geriledi. Bu seçimlerde SHP’nin oyu yüzde 28.7’ye çıktı.
1991’deki Büyük Madenci Yürüyüşü’nden sonra yapılan seçimlerde de ANAP iktidarı kaybetti, SHP-DYP koalisyonu kuruldu. ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, 1992’de yapılan Türk-İş Kongresi’nde iktidardan düşmelerinde işçi eylemlerinin etkisini açıkça kabul etti.
1995’te de Türk-İş kamu kesiminde grev başlatmıştı. 20 Eylül 1995’te de 200 bine yakın işçi greve çıkmıştı. 16 Ekim 1995’te ise Kızılay’da büyük bir miting yapıldı. O gün TBMM’de de güven oylaması yapılıyordu. CHP hükümetten çekilmiş, DSP de işçilerin tavrına göre oy vereceğini açıklamıştı. Türk-İş, Çiller hükümetine karşı tavır alınca DSP de güven oylamasında olumsuz oy verdi. Sonuçta Çiller hükümeti düştü.
Bu eylemin Çiller Hükümetinin düşmesinde büyük bir rolü oldu.
Başbakan Erdoğan dün partisinin grup toplantısında, kendisini protesto eden kesimleri aşağılayıp demediğini bırakmazken, polisin de “Demokrasi sınavından başarıyla geçtiğini” savundu.
Yukarıda aktardığımız gibi bu ülkede işçi ve emekçiler,eylemleriyle yıkılmaz denilen iktidarları yerle bir ettiler. Bugünkü eylemler ortaya çıkış koşulları, özneleri ve talepleriyle belli farklılıklar içerebilir. Ancak geçmiş de bize gösteriyor ki; halka diklenerek ayakta kalabilecek hiçbir iktidar yoktur.
Bu yazıyı Erdoğan’ın “baş belası” dediği Twitter’ın dün en popüler tweet’lerinden biriyle noktalayalım:
“Necati Şaşmaz iki saat konuştu kimse bir şey anlamadı, #duranadam sadece durdu, bütün dünya anladı.”
Herhalde Erdoğan da anlamıştır! Bir de onların durmayan halini bir düşünün!

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri dün başladı. Ek iş yapmadan geçinemez hale gelen işçilerin temel talebi yoksulluk sınırının üzerinde ücret. Kamuda 4 ayrı kuşaktan savunma sanayi işçilerinin aktardığı deneyimler de taleplerin ancak birlik olup, mücadeleyi göze alınca kazanılabildiğini gösteriyor.

Ücretler yoksulluk sınırının üzerine çıkarılsın

Vergi kesintileri yüzde 15’le sınırlı tutulsun

İkramiye ve ek ödemeler vergi kesintisi dışında bırakılsın

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Mardin’de kayyım 3 ayda 301 işçiyi işten attı.

Evrensel'i Takip Et