2 Temmuz 2013

Çözümsüz çözümcüler ve tabii 'birlik' sorunu!

Haziran ayının başından bu yana Türkiye gündemi çok hareketli. Gezi, polis şiddeti, gaz, cop, plastik mermi, gerçek mermi, ölümler ve derken Lice ile ortaya çıkan yeni durum, en çok da hükümet yanlısı liberalleri kızdırmışa benziyor.
Kızdırmış derken, yanlış anlaşılmasın; bu kesimlerin kızgınlığı hükümete değil, yaşanan şiddete ve ölümlere tepki gösterenlere kızıyorlar.
Yafta da hazır: “Çözüm karşıtları sürecin ilerlemesini istemiyorlar, ellerini ovuşturmaya başladılar...”
Bunlara göre, hâlâ bir somutluk içinde adım atmaya direnen hükümete, polis şiddetine, ölümlere tepki gösterenler çözüm karşıtı; bozuk bir Kürtçe ile “Roj Roja Biratî Ye/Gün Kardeşlik Günüdür” diyenler ise çözümün has savunucularıdır.
Bir mağduriyet yarışı yapma adına demiyorum, ama şu gerçeği de hiç kimse unutmasın: Acıyı iliklerine kadar yaşayanlar çözümün en namuslu savunucularıdır.
Acının çözümle ilişkisini de sıralarsam, rahatlıkla diyebilirim ki...
Hiç kimse çözümü, bir gerilla kadar istemez...
Hiç kimse çözümü, dağda evladını yitiren bir ana kadar istemez...
Hiç kimse çözümü yaşamının son 30-35 yılını cezaevlerinde, kaçaklıkta, işkencede, açlık ve sefalette geçiren biri kadar istemez...
Ve bunun içindir ki; yani, çözümün kokusu geldiğindendir ki AKP’nin ilk iki döneminde ona yeri geldiğinde destek verildi, vesayeti alt etmesi, 12 Eylülün karanlık duvarını delmesi için kredi tanındı...
Ama şu üçüncü dönemde üzerindeki mağduriyet gömleğini çıkarıp önce hükümet sonra iktidar olma yetisini elde eden AKP’liler ve Başbakan, artık mağdur değiller...
Artık karşımızda bir şiir okuduğu için cezaevine düşmüş, siyasi yaşamı karartılmak istenen bir Başbakan yok...
Artık karşımızda eşinin baş örtüsü nedeniyle linç edilmek istenen bir Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri yok... Bu nedenle çözümü isterken onlara bangır bangır bağıracak ve tüm yapılanları, yaşananları onlarca kez, yüzlerce kez yüzlerine haykıracağız...
Çünkü artık çözümün bir kandırmaca olmaktan çıkmasını ve gerçekten çözüm olmasını istiyoruz.
Çünkü artık yaşatılan mağduriyetler üzerinden şekillenen kindar bir toplum değil, eşit, özgür ve demokratik bir toplum talebiyle, gerçekten çözüm olmasını istiyoruz.
Ve en önemlisi; onurumuz ayaklar altına alınırken bir çözüm olmayacağını da biliyoruz...
Cidden çözüm istemeyi zulmü iliklerine kadar yaşamış olanlar iyi bilirler; sırça köşklerinde hariçten gazel okuyanlar, “Roj Roja Biratî Ye” yalanıyla koltuğuna yapışmış olanlar bu duygunun zerresini bilmezler...
Onlar Gezi’de, Lice’de üretilen yalanlardan da; kendilerini çözümcü, zulmü iliklerine kadar yaşamış olanları ise çözüm karşıtı gösterme yalanından da vazgeçsinler...
* * *
Birlik sorunu da Kürtlerin önemli sorunlarından.
Brüksel’de toplanan konferansla birlikte artık birlik sorununun pratize edilmesini tartışabiliriz, tartışmalıyız. Çünkü bu aşamadan sonra önümüzde duran asıl problem konferans sonuçlarının pratize edilmesi, günlük yaşama uyarlanmasıdır.
Bu sürecin ortaya çıkaracağı olgunluk, Hewlêr Konferansı’nın toplanmasının da en önemli göstergesidir.
Kolay mı?
Hiç de kolay değil.
İnsanlar konuştu, dertlerini, görüşlerini dillendirdi. Bunlar önemli oranda etki yaratsa bile biliyoruz ki esasen belirleyici olanlar konuşup görüşlerini aktaranlar değil BDP’dir; bir diğer deyimle PKK’nin son 30 yıldır oluşturduğu zemin üstünde siyaset yapanlardır.
Bu realite kolaylaştırıcı değil zorlaştırıcı bir etkendir ve önemlidir; çünkü konferansların kalıcı olması gereken kurullarında sayılar eşit olsa bile yaşamın kendisinde bir eşitlik yok.
Bu durum, konferansların pratize edilmesinde ve güncel yaşama uyarlanmasında sorunlar çıkarabilir.
Hep birlikte bunun üstesinden gelmek zorundayız.
Bu nedenle de ‘çözüm ve birlik sorununu,’ tek bir bireyden en kitlesel yapıya kadar taktik değil, stratejik esaslar üzerinden şekillendirme samimiyeti ve sorumluluğu ile hareket etmeliyiz; edebilmeliyiz...
Başka şansımız yok...

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et