16 Temmuz 2013

Polis ve yargı zoruyla hegemonya

Bir sınıf, egemenliğini sadece zora dayalı olarak sürdüremez. Hegemonyasını mümkün kılabilmesi için kendi çıkarını bütün sınıfların, tüm toplumun çıkarı olarak göstermeyi de becermesi gerekir. Bu, sınıflara bölünmüş dünyada onların çıkarlarını dillendiren, yeri onların dünyasına tekabül eden partiler, hükümetler için de geçerlidir.
AKP Hükümeti, üçüncü dönemine kadar, zor dışındaki ikna mekanizmalarını da alavere-dalavere yöntemleriyle de olsa bir biçimde işletti. Bunu medya düzenini kendi çıkarları bakımından yeniden yapılandırarak yaptı, türlü ‘açılım’ söylemleriyle yaptı, ‘Cuntacılara karşı değişim’ iddialarıyla yaptı; ama yaptı!
Şimdi ise artık o düzen, bir dönem öncesi gibi öyle tıkır tıkır işlemiyor. Bir zamanlar, RP-AKP çizgisi için cunta çağrışımlı kapatma davaları açmakla eleştirdiğimiz yargı; son olarak dün sabahki operasyonlar için koyduğu gizlilik kararında da görüldüğü gibi artık iktidar lehine türlü absürtlükleriyle gündemde.
Taksim’de bayrak satarken gözaltına alınan Ali Sarıçiçek’i ‘Halkı isyana teşvik’ten tutuklayıp, 20 yıl hapisle yargılamaya hazırlanan yargı, bayrak satıcısının eşi tarafından sorulan şu soruya akılcı bir yanıt veremeyecek kadar mantıksız bir zemin üzerinde durmaktadır: “Kazlıçeşme’de bayrak satarken niye içeri almadınız, tutuklamadınız? O zaman örgüt kurmamış da, o zamanlar suç işlememiş de Taksim’de satarken mi suç işledi?​”
Akıl sınırlarını aşan bir yargı, mantıksal, vicdani ve ahlaki dayanaklarını da yitirmiş demektir. Bugün yaşanan da odur.
AKP üçüncü iktidar döneminde hegemonyasını sürdürebilmek için, polis ve yargı mekanizmasını sopa gibi kullanıyor. Medya ortamında son 1.5 aydır yaşanan istifa ve yönetim değişikliklerinin de gösterdiği gibi, bunun etkileri medya düzenine de dolaysız olarak yansıyor. Ya AKP, kendisine ‘tam destek’ durumunda görmediği bir gazetenin yönetimini en tepeden değiştiriyor ya da NTV örneğinde olduğu gibi, iktidar lehine takınılan görmeme, duymama ve göstermeme tutumunun sonuçları kendini istifalarla dışa vuruyor.
Ve polisin bitmek bilmeyen saldırı ve operasyonları AKP’nin üçüncü döneminin klasiğidir. Dünü önceki günü bağlayan gece Antakya’daki halk protestosuna polisin müdahale etmemesinin haber değeri taşıdığı günlerden geçiyoruz.
Nilgün Ongan’ın dün Twitter hesabında yaptığı şu saptama da, polisin dün gerçekleştirdiği operasyon ve gözaltıları maskeleme gayretinin çarpıcı bir teşhiriydi: “Onlarca kişinin katledildiği operasyonun adı ‘hayata dönüş’tü ya, çocukları topladıkları bugünkü operasyonun adını da ‘genç umut’ koymuşlar!”
Bu noktada şunu vurgulamalıyız ki, mayısın sonundan temmuzun ortasına kadar geçen zaman diliminde neredeyse her gün polis sokakta halkın hükümete yönelik protestolarını bastırmak için uğursuz bir mesai yapıyorsa, bu artık başka bir düzlemde olduğumuzun işaretidir.
İnadına gösterilen tepkilere karşı ancak ‘zor’la ayakta durabilen ve ne kadar “yüzde 50’yi zor tutuyorum” dese de, polis zoru, yargı desteği, ‘esnaf kışkırtması’ gibi araçlar olmadan sokağa çıkma güvenini bile yitirmiş bir iktidar düzeni...
Belki ayaklar henüz baş olamadı ama, en azından başağrısı yapabiliyorlar.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri dün başladı. Ek iş yapmadan geçinemez hale gelen işçilerin temel talebi yoksulluk sınırının üzerinde ücret. Kamuda 4 ayrı kuşaktan savunma sanayi işçilerinin aktardığı deneyimler de taleplerin ancak birlik olup, mücadeleyi göze alınca kazanılabildiğini gösteriyor.

Ücretler yoksulluk sınırının üzerine çıkarılsın

Vergi kesintileri yüzde 15’le sınırlı tutulsun

İkramiye ve ek ödemeler vergi kesintisi dışında bırakılsın

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Mardin’de kayyım 3 ayda 301 işçiyi işten attı.

Evrensel'i Takip Et