Gammazlık meselesi
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Hayli eskilerde kalan, hani neredeyse ta fi tarihinde denecek kadar maziye uzanan yıllarda, Karaköy’deki Getronagan Ermeni Lisesi’nde öğrenciyken, günün birinde edebiyat dersi öğretmenimizin divan edebiyatından, Fuzuli’den, Nedim’den, bahsederken ansızın sınıfa dönüp birer kâğıt çıkarmamızı ve soracağı soruları kısaca yanıtlamamızı isteyince, dersin tam da ortasında, üstelik hiç ummadığımız bir anda yine durduk yere “yazılı imtihan”a çekileceğimizi kös kös düşünürken, tam aksine sadece ufacık bir “test”le, daha doğrusu hocamızın kendince nedense merak ettiği iki soruyla karşılaşınca rahatlamıştık.
Cevaplamamızı istediği sorulardan ilki; “Yurt dışındaki ülkelerden öncelikle hangisine gitmek istersiniz?” Diğeri de; “En çok nefret ettiğiniz şey nedir?”
İlk bakışta herhangi bir imtihana, sınava tutulmuyorduk ama, hocamızın bu “merakı”nın nedenini, bu kez bizler sanki daha çok merak ederken, yine de sessiz sedasız soruları yanıtlayıp kâğıtları teslim ettik.
Uzun, kahverengi saçlarını arada bir topuz yapıp ensesinde toplayan, bakımlı uzun tırnaklarıyla “mim” dudaklarını aynı tonda özenle kırmızıya boyayan, genelde güleç yüzlü ama “not” konusunda hayli “cimri”, hele hele arada bir “ benim dersimde, yazılı esnasında kimse kopya çekemez!” diye böbürlenmesine rağmen, genelde her fırsatta hemen her yaştaki “öğrenci milleti”nin arada bir kendilerince uygun, emin “yöntem”lerle denedikleri bu “klasik” davranıştan tabii ki hocamız da tüm titizliğine, sıralar arasında “hafiye” misali gezinip durmasına rağmen nasibini bittabii ki zaman zaman alırken, bunun farkına dahi varmadığını nerden bilebilirdi ki!
Topladığı kâğıtları eskimiş, pörsümüş kocaman el çantasına yerleştirmesinin ardından derse kaldığı yerden devam eden hocamızın, daha sonraki günlerde kâğıtlarımıza göz atıp atmadığını, merak edip sorduğu sorulara verdiğimiz cevapları ne denli önemseyip önemsemediğini, hatta bu cevaplardan yola çıkarak kendince şu ya da minvalde “istatistik”i bir sonuca varıp, belki de öğrencilerini daha da yakından tanımak, onların bu baptaki düşüncelerini öğrenmek amacıyla bu merakını az-çok giderdi mi, bunu, yarım asrı aşkın bir zaman dilimini geride bıraktığım şu günlerde kendi payıma hâlâ bilmiyorum ama, beri taraftan da o günlerde, yani tam da 6/7 Eylül 1955 Olayları’nın patlak verdiği o sıralarda, özellikle İstanbul’da yaşayan azınlıklara ait olan iş yerlerinin, evlerinin yağmalanıp talan edildiği, ibadethanelerinin yakılıp yıkılmasının yanı sıra, keza can güvenliklerinin kalmadığı o günlerin hemen akabinde; Rum, Ermeni, Yahudi “vatandaş”ların, doğup büyüdükleri bu toprakları çar naçar terk edip, böylece “Türkiye Türklerindir!” diyarından daha “sakin” bir “liman”da demirlemek için “yaban ellere” doğru başlattıkları “göç” dalgasının, on altı, on yedi yaşlarında birer tıfıl delikanlı olan bizlerin üzerinde bıraktığı olumsuz “etki”ye, bir bakıma “tepki” olarak acaba ilk planda hangi diyarlara gitmeyi düşündüğümüzü, dolaylı yolla sorup, bunu mu merak etmişti Neriman hocamız?
Üstelik tek bir soruyla yetinmeyip, ayrıca “en çok nefret ettiğimiz şey”in ne olduğunu merak ederken, acaba o günlerde Beyoğlu’nda bizatihi yaşayıp, gözlerimizle şahit olduğumuz, özellikle azınlıklara yönelik olan o “vandalizm” sahnelerini anımsayıp, dolayısıyla hepimiz bir ağızdan sanki söz birliği etmişçesine kâğıtlarımıza “en çok ‘adaletsizlik’ten nefret ediyoruz!” deyip, belki de bu duygularımızı dile getireceğimizi mi düşünmüştü?
Şimdilerde çoğunluğu “öte taraf”ı boylayan sınıf arkadaşlarımın, o gün, o dosya kâğıtlarına yazıp verdikleri cevapların mahiyetini bilemiyorum, aradan geçen bunca yılın ardından geriye dönüp baktığımda; ilk soruya cevaben “öncelikle İsveç’i görmeyi isterim!” deyip neden yazdığımı, o günkü gibi bugün de gerçekten bilmiyorum ama, öte taraftan bıyığımın yeni yeni terlemeye başladığı o yaşlarda ikinci sorunun cevabını, “en çok ‘gammazlık’tan nefret ederim!” deyip karaladığımı bugün gibi anımsıyorum…
İsveç’e hiç gitmedim; orada “sürgün”de yaşarken, kendi anadili Kürtçeyle yazdığı romanlarıyla ünlü yazar Memed Uzun dostumla birlikte bu seyahati en yakın bir tarihte gerçekleştirmeyi planlarken, ne yazık ki genç yaşta yakalandığı amansız hastalık yüzünde ömrü vefa etmedi, ehh gari bu saatten sonra günün birinde yolum İsveç’e düşer mi, bunu da artık önemsemiyorum, ancak kendi payıma önemsediğim acı gerçek şu ki; ülkemizde tam da şu sıralar komşunun komşusunu şu veya bu nedenle “gammazlayıp”, her sokağın köşesine “ihbar” kutuları yerleştirip, böylece insanlarımızın nerdeyse tümünü “ispiyoncu”luğa iten, bunu destekleyen zihniyetten, sadece “nefret” etmiyorum, aynı zamanda da kendi payıma utanıyorum Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30