'Mahkeme Duvarı' meselesi
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Eskiden virane binalarda “adalet” dağıtan mahkeme salonlarının yerini, şimdilerde yurdun hemen her tarafında sayıları giderek artan “adalet sarayları” alıyor elhamdülillah!
Bu durum, adını öncelikle “adalet”ten, soyadını da “kalkınma” dan alan ve memlekette on yıldan beri “iktidar koltuğu”nda oturan bu siyasi partinin sayıp dökmekle bitiremeyeceğimiz sürüsüne bereket bilumum “başarı”larından belki de en önemlisi!
Kirvem, senin de sular seller misali ezbere bildiğin gibi, “adalet” deyince bizim ülkemizde ne hikmetse akan sular şıpınişi durur! Nitekim atalarımız gerek köhne, gerekse Nuh Nebi’den kalma derme çatma bu binaların girişlerine ya da sıvası dökülmüş, rengi ruhsarı solmuş duvarlarına laf ola beri gele kabilinden boş yere “Adalet mülkün temelidir” deyip yazıp buyurmamışlar!
Onların, yani ecdadımızın para, pul, han, hamam, villa, yalı yerine bizlere her şeyden önce miras bıraktıkları bu “fetva”nın hakkını verip, dolayısıyla bu bapta “torun, torba” olarak, peşleri sıra aynı yolun yolcusu olduğumuzu bir bakıma kanıtlamak için, son yıllarda mesela gerek Kartal’da dünyanın en büyük, gerekse Çağlayan’da yine onunla nerdeyse boy ölçüşecek kadar görkemli adalet saraylarını inşa etmekle kalmayıp, aynı zamanda da “adalet terazisi”nin devletimizin biricik mülkü olduğunu, keza yaldızlı harflerle bu duvarlara kazımayı asla ihmal etmedik!
Etmedik ama, diğer yandan da bu ülkenin hepsi de birbirinden değerli, hatta “Bir teki bile dünyaya bedel” olan bizlerin şu ya da bu nedenlerle zaman zaman kendi aramızdaki anlaşmazlıkları,“bilek gücü” yerine, tam aksine öncelikle “devlet baba”mızın “hak” ve “hukuk”tan” yana olan bu “kapı”larına başvurarak çözmemiz gerektiğini, ta ilkokul sıralarından itibaren “yurttaşlık bilgisi” derslerinde ha babam de babam papağan misali tekrarlayıp duran “örtmen”lerimizden çok şükür belledik!
Ancak, hocalarımızın tüm gayretlerine rağmen yine de bu “adalet” işini doğru dürüst bir türlü beceremeyip yoluna koyamadıksa, bunun nedeni belki de “demokrasi kültürü”nden yeterince nasibimizi almadığımız için midir, yoksa mesela durduk yere birilerine kızıp sinirlenince hemen akabinde o kişinin suratının tam da “mahkeme duvarı”nı yansıttığını belirtip, böylece bir taraftan adaletten dem vurup bunu sözde yüceltirken, öte taraftan aklımız sıra en büyük “hakaret”i de bu yolla güya ifade ederken, aslında farkında bile olmadan belki de “şuuraltı”mıza işlemiş olan bir gerçeği dile mi getiriyoruz, kim bilir…
Öyle ya da böyle, daha dün Gezi’deki olaylar esnasında “destan” yazan polislerimizin hemen ardından, bu kez de beş yılı aşkın mahkeme safhaları sonucunda Ergenekon’la ilgili davaların henüz kesinleşmemiş neticelerini hararetle tartışırken, görünen o ki, bu bağlamda kimilerimizin yüzü sanki pişmiş kelle misali sırıtırken, bir kısmımızın suratı da “mahkeme duvarı”ndan farksız!
Neden?
Çünkü hemen her fırsatta “Allah kimseyi mahkeme kapılarına düşürmesin!” diye dua eden bu halkın, ne dün, ne de bugün bu saatte “Adalet mülkün temelidir!” hükmüne ne yazık ki karnı fazlasıyla tok, güveni tümden mafiş Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30