Terazisi yandan çarklı adalet meselesi
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Senin de eskiden beri hatmedip ezberlediğin üzre, Orta Asya’dan ta fi tarihinde göç eden “ata”larımız Anadolu denen bu topraklara ayak bastıktan sonra zamanla sayısız beylikler kurup, akabinde de yine at sırtında kılıç, kalkan, kargı, gürz, mızrak ok, yay falan feşmekan savaş araç-gereçlerini “usta”lıkla kullanıp, böylece üç kıtada bilmem kaç milyon kilometre karelik bir alana sere serpe yayılırken, aynı zamanda da anlı, şanlı Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünü, sarsılmaz kudretini tüm cihana kanıtladılar elhamdülillah!.
Ergenekon diyarlarından, “bozkurtlar vadisi”nden bir zamanlar yola revan olan ecdadımızın fethettikleri tüm topraklarda sadece silah gücüyle değil, onun çok daha ötesinde özellikle “adalet” düzeni sayesinde kurdukları bu “cihan şümul” imparatorluğun ömrünün ilelebet, sonsuza kadar devam etmesi gerekirken, tam aksine yaklaşık altı yüz yıllık kısacık bir zaman dilimine sığması belki de “kara bahtın, kör talihin” cilvesiydi!
Aslında kendisinden çok daha önce kurulmuş ve tarihin “not defteri”ne kayıtlarını güya “altın harfler”le yazdırmış olan kimi imparatorluklar, krallıklar da, şu veya bu nedenlerle tarih sayfalarından birbirinin peşi sıra “hakkın rahmetine” kavuşup bu dünyadan ellerini eteklerini çektikleri gibi, aynı makus “kader”den nasibini ister istemez alan ecdat yadigarı bu büyük, bu görkemli cihan imparatorluğumuz da bir bakıma aynı yolun yolculuğuna çıkıp, dolayısıyla zaman tünelinin karanlık dehlizlerinde ömrünü “teslim” edip “şahadet şurubu”nu içti ama, diğer taraftan da onun küllerinden tıpkı Anka kuşu misali yeni, yepyeni bir “devlet” doğdu: Türkiye Cumhuriyeti…
Mazisi üç kıtaya, yedi iklime yayılan, Akdeniz’i göle çeviren, kudretli, haşmetli “sultan”larının huzuruna çıkmak için yabancı elçilerin günlerce, saatlerce kuyrukta beklediği o şaşaalı, o tantanalı, şen-şakrak Lale’li “ikbal” günleriyle birlikte önce “duraklama”, akabinde “gerileme” devri derken, nihayetinde babadan oğula geçen sedef kakmalı “taht”larını, altın sırmalı kaftanlarını kaybetmelerinin yanı sıra, ayrıca soluğu “Gavuristan” diyarlarında alan son padişah Vahdettin ile “saltanat” devri, “Sen sağ ben salim” kapanırken, “ha-life”likte sana ömür!
Tarihçilere bakılırsa Osmanlı’nın yer ile yeksan olmasıyla ilgili katarlar boyu irili ufaklı sebepler, tIr’lar dolusu nedenler var; bunların çetelesini tutup bu konuda kalem oynatmak tabii ki onların bileceği iş, ama kendi payıma bu bapta özetle diyeceğim o ki, her fırsatta “Adalet mülkün temelidir!” diyen, bunu hesapça “şiar” edinen ecdadımız, bunu, bu hükmü öteden beri sakız misali çiğneyip, ya da günün moda deyimiyle “sözde” dillendirirken, aslında güncel, “reel” yaşantımızda bu hususta yan çizmeyi maalesef nedense hep hüner bellemişler…
Yani?
Yani Osmanlı’nın yıkılışını hazırlayan entipüften nedenleri bir tarafa dehlersek; özüme göre geriye kalan asıl mesele, “adalet terazisi”nin imparatorluk tahtındaki “yampiri”liği!
Üstelik ecdadımızın bu mirasına bunca yıldan beri konan “ulus devlet”imiz de, bugün bu saat hâlâ aynı “yandan çarklı terazisi”yle “adalet” dağıtmaya çalıştığı için iki yakamız belki de bu yüzden bir araya gelmiyor Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30