Futbol da değişir
Futbol ahalisinin bu spordan beklentisi üç aşağı beş yukarı belli. Taraftarsa takımı kazansın. Hep kazansın, farklı kazansın. Tarafsızsa iyi oyun olsun. Bol gol olsun, goller de güzel olsun. Bol gol olmuyorsa, maç sıkı geçsin. Hakem adil olsun, kimse sakatlanmasın. Hepsi hoş temenniler. Lakin futbolda ne yaparsak yapalım dinamik oyunu garantilemek güç. Kulüpler şirket gibi yönetilirken, yeşil sahalar bahis, reklam, yayın hakları gibi yan sanayiler tarafından çevrilmişken güzel futbol dileği naif bir ütopya. Böylesi devrimleri futbolcudan beklemek de zor, o da ekmeğinin derdinde. Futbolda değişimden bahsedeceksek, kuralları kurcalamak şart.
1980’lerden sonra birkaç kural değişikliği tartışıldı. Kimi kalıcılaştı kimi tutmadı. En kritiği geri pas kuralıydı. 1992’de kalecilerin, takım arkadaşlarının ayakla verdiği pası elle tutması yasaklandı. İlk açıklandığında kaleci ve defans oyuncularını panik sarmıştı. Malum, dönemin defans anlayışı topu bir şekilde kapıp ileri doğru şişirmek, zor pozisyonda ise kaleciye oynamaktan ibaret.Önde olan takımın pek sevdiği taktikti topu kaleye döndürmek. İlk yıl Feldkamp’lı Cimbom’a bir Fener galibiyeti getirmesi dışında, kaos yaratmadı. Ama futbolu anlamlı ölçüde güzelleştirdi. Tempoyu artırdı, kalecileri ve savunmacıları oyunun daha nitelikli bileşenlerine dönüştürdü. Uzun yıllardır kimse geri pas kuralının gerekliliğini sorgulamıyor. Oldu bitti. Mutlu sona bağlandı.
Altın ve gümüş gol uygulamaları vardı benzer amaçlı. Uzatmalara kalmış eleme maçının temposunu diri tutmak. Takımların uzatmalarda yatışa geçip, penaltıları çağırmasını engellemek. 90’ların ikinci yarısından 2000’lerin ilk yarısına kadar uygulamada kalan altın gol; geri pas kuralından daha çok kader tayin etti. Almanya’ya 96’da, Fransa’ya 2000’de Avrupa Şampiyonluğu; Galatasaray’a 2000’de Süper Kupa getirdi. Türkiye’ye 2002 Dünya Kupası yarı finali bileti “Altın Gol” sınıfından kesildi. Sonra sessizce kalktı mücevher goller. Son yıllardaki diğer kural değişiklikleri (İlave hakemler, ekstra sürenin bildirilmesi, kartlık pozisyonlar, oyuncu değişikliği adedi) ise radikal etkiler yaratmadı.
Bilinen muhabbettir Besim Tibuk’un liberal politika olarak ortaya attığı “Ofsayt kalksın” önerisi.Ofsaytsız futbolla liberalizm arasında bağ kurmak, şen-şakrak ama yersizdi. Düşünelim. Bir suiistimali engellemek için icat edilmiş ofsaytın kendisi suiistimale dönüştü. Kalecilerin kolu her golden sonra otomatik itiraz makinesi gibi havaya kalkıyor. Maç özetleri pozisyonun ofsayt olup olmadığını ölçen kamera açıları ve sanal çizgilerle geçmekte. Çoğu maçın en kritik aktörü yan hakem. Binlerce metrekarelik bir sahayı kontrol etmesi beklenen hakemin başarısı on santimlik mesafeyi süzüp süzemediğine göre değerlendiriliyor. Ofsayt taktiğine yatan hocalar oyun estetiğini yok ediyor.
Aynı kanaatteki FIFA, pasif ofsaytta hücum eden lehine düzenlemeler yaptı. Hatta 1987’de frikikte ofsayt uygulamasak mı diye bir pilot denendi ama tutmadı. Ofsayta dair yeni düzenlemelerin vakti yakın gibi. Futbolun kendisinden çok hakemi tartıştığımız, teknolojik olanakların arttığı dünyada, sübjektif hakem takdirlerini daraltmak oyunu ferahlatır. FIFA da harıl harıl düşünüyor bunu.
Futboldan ve futbolun değiştirici gücünden bahsedeceğim haftada bir Deniz Tarafındaki Kale’de. Futbolun yarattığı hayallerden, hayalimdeki futboldan.Genelde geniş zaman konuşacağız, nadiren şimdiki zaman.Yazan kendime, okuyan size, katkı sunan herkese peşinen rast gelsin. İyi bir yolculuk olsun.
Evrensel'i Takip Et