Musibet ve nasihat meselesi
Kirvem,
Ecdadımız tarafından kim bilir hangi sayısız tecrübelerin ardından buyurdukları şu meşhur: “Bir musibet, bin nasihatten iyidir” hükmünün, öyle sıradan, öyle laf ola beri gele kabilinden söylenmiş bir kelam olmadığını, geride bıraktığımız günlerde Gezi’de patlak veren “musibet” olaylar sayesinde bir kez daha hem öğrendik, hem de atalarımıza bir kez daha yerden göğe kadar hak verdik…
Nitekim, mis gibi bir alışveriş merkezinin en yakın zamanda “hayırlara vesile” olması dileğiyle yapılması planlanan bu Park’ta, iki kıytırık ağacın kesilmesini bahane eden kimi “münasebetsizler”, kurdukları uyduruk çadırlarda erkek arkadaşlarıyla sabaha kadar yatıp kalkıp, aynı zamanda da “tıksırıncaya” kadar kolilerle “alkol” tüketen, haddini bilmez, kuldan utanmaz, “kadın mı, kız mı” oldukları belli olmayan “çapulcu”lar tayfasının bu “edep” dışı davranışlarının yanı sıra, ayrıca dış mihraklı bilumum “faiz lobileri”nin elinde bir nevi “kukla”ya dönüşmeleri, öncelikle başımızın başı muhterem başbakanımızın ağrısız başını durduk yere ağrıtınca, ol zaman geç de olsa nihayet anladık ki; istikbalimizin “teminat”ı olan gençlerimiz, bir günden diğerine elimizin altından sanki sabun köpüğü gibi kayıp, maazallah felakete doğru sürükleniyorlar!
Oysa ilkokul sıralarından itibaren kulaklarını çekerek, otuz santimlik tahta cetvellerle dirseklerini, avuçlarını, enselerini güzel güzel okşayarak, tek ayak üstünde sınıfın bir köşesinde yüzü duvara dönük ders boyunca kazık gibi dikerek, ilim irfan ordumuzu temsil eden “örtmen”lerimize daha ilk günden “Eti senin kemiği benim” diyerek teslim ettiğimiz çocuklarımızın körpecik beyinlerine yıllar yılı şırınga ettiğimiz, hatta neredeyse “muska” misali boyunlarından astığımız milli “şuur”, milli “terbiye”, milli “örf” lerimizden yeterince nasiplerini almadıkları, Gezi’deki olaylarla su yüzüne çıkınca, bu kez de feleğini şaşırmış “başıbozuk”, gençliğin gidişatına gem vurup, dizginlemek için, ya Allah bismillah deyip sil baştan kolları sıvadık!
Bunun için önce Gezi olayları esnasında “destan” yazan emniyet güçlerimizin, isot gazı, ilaçlı, tazyikli su, plastik ve de hakiki mermiler eşliğinde gösterdikleri üstün “performans”larını göz ardı etmediğimizi, hatta ilerde yine aynı doğrultuda yine benzer başarılarlar sergilemeleri için maddi ve manevi yollarla “ödül”lendirdik!
Gezi olaylarını haklı bulan, demokratik yollarla bu isteklerini dillendirenlerin ağzının payını vermek için “gövde” gösterisine soyunup, bir taraftan birlik-beraberlik nutukları atarken, diğer yandan da “bizler” ve “onlar” kategorisinde vatandaşlar peydahladık!
Bizler: Yani, devletimizin, milletimizin medarı iftiharı olup, başımızın başı Başbakanımızın yanında saf tutup, hemen her konuda “Öl de ölelim!” diye nara atanlar… Onun “Dindar nesil yetiştireceğiz” deyip buyurduğu “ferman”ına balıklama atlayıp, bu bapta “fetv”a vermek için sırada bekleyen “ulema”lar ve aynı yolun “sadık” yolcuları…
Onlar: Yani alkolün, kumarın tüm kötülüklerin nedeni olduğunu dahi henüz kavrayamayacak kadar kendini bilmez cahil cühelalar, polislerimizin şefkatli kollarına kendilerini teslim edeceklerine, camilere ayakkabılarıyla girip bira içenler, iki ağaç için hır çıkarıp memleketin her bakımdan fevkaladenin fevkinde giden gidişatına, illa da “çomak” sokmayı marifet sayan kökü dışarıda hainler, dinden, imandan nasibini almamış zavallılar ve aynı yolun “sapık” yolcuları…
Çözüm?
Bittabii ki öncelikle “kızlı-erkekli” öğrenci evlerine, bu “hücre”lere gece gündüz demeden “huruç” hareketi başlatıp, aynı zamanda vatan milet hayrına komşularını gammazlayan belki de yeni bir “neslin” temelini atmaktan mı geçiyor, kim bilir!..
Evrensel'i Takip Et