Değersiz yalnızlık
Türkiye dış politikada tarihinin en yalnız ve en itibarsız dönemlerinden birini yaşıyor. Mısır, 59 yıl sonra yeniden bir Türkiye Büyükelçisini daha istenmeyen kişi ilan ederek ülkesinden kovdu. Gerekçeler benzer. Nasır’ın, 1954 yılında istenmeyen kişi ilan ettiği tek elçi, Türkiye’nin Büyükelçisi Hulusi Fuat Tugay’dı. Tugay, ‘devrim hükümetine komplo kuranlara yardım’ etmekle suçlanmıştı. Türkiye’nin şimdiki Kahire Büyükelçisi ise, Hükümeti benzer suçlamalara maruz kaldığı için kapı dışarı edildi. Mısır, Türkiye Hükümetinin İhvan’a kucak açarak “teröre destek” vermek ve Mısır’a karşı bir komplonun içinde olmakla suçladı.
Türkiye Hükümetinin bir süre öncesine kadar Ortadoğu ve Arap coğrafyasında ‘lider ülke’ olma yarışına giriştiği Mısır’ın bu adımı, Türkiye’nin içine sürüklendiği yalnızlığı daha da derinleştirdi.
Batılı güçlerin, AKP Hükümetinin neo-Osmanlıcı dış politikasına ‘ayar’ vermek için bir süredir giriştiği hamlelerin, Mısır’ın bu tutumu için elverişli bir iklim sağladığını da vurgulamadan geçmeyelim.
Bu gelişmeyle yaklaşık olarak aynı tarihlerde BM Güvenlik Konseyinin 5 üyesi ve Almanya’nın İran ile nükleer program konusunda anlaşmaya varması, Türkiye’nin bu yalnızlığına ayna tutan bir başka gelişme oldu. Bir dönem öncesine kadar, Türkiye, ABD ve Batı’nın diğer büyük aktörleriyle İran arasında ‘arabuluculuk’ yapmakla övünen, bunu dış politikasının kozu sayan bir ülke konumundaydı. Bugün ise, uzun süren yalnızlığını kırmak üzere ciddi bir adım atan İran ve onun tam tersi olarak yalnızlaşan bir Türkiye var.
Burada İran parantezine dair de bazı önemli noktalara dikkat çekmek gerekiyor. İran’ın vardığı nükleer anlaşmayı pekçok kesim, İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile ABD yönetiminin izlediği diplomasinin bir sonucu olarak yorumladı. Tabloyu böyle okuyanlar, bu sürecin Rusya’nın ABD’yi ikna ettiği Suriye ile ilgili yeni sürecin bir devamı olduğu gerçeğini görmezden geldiler.
İran bu gelişmeyi, iç kamuoyuna yıllarca süren ambargoyu kırmaya yönelik ‘başarılı’ bir hamle olarak sunarken, Batılı emperyalist güçler de İran’ı kendi sistemlerine eklemlemeye yönelik bir hamle yapmış olmayı kendi hanelerine bir başarı olarak yazdılar. Aslında bunların en üstünde ise ‘sorun çözücü güç’ imajını güçlendirerek soğuk savaş döneminin ardından belki en güçlü dönemini yaşayan Putin’in Rusya’sı duruyor.
Öte yandan ABD açısından da bu süreç, Afganistan ve Irak işgallerinin hem kendi iç kamuoyunda yarattığı ‘savaş yorgunluğu’ duygusu, hem de bu sürecin ek ekonomik maliyetleriyle birlikte de okunmalıdır. 5 yıl öncesine kadar ciddi bir ekonomik krizle sarsılan ABD, ‘silahlı müdahale’ politikasını belki bir süre ‘dinlenmeye’ alarak diplomatik süreçler eşliğinde hegemonyasını bugün için bu biçimiyle yeniden tesis etmeyi denemeyi daha kârlı görüyor.
Yeniden Türkiye dış politikasına dönersek; daha geçtiğimiz yıl Rusya ve Çin’in, BM’nin Suriye’ye müdahale etmesini veto etmeleri karşısında bu iki ülkeye karşı ‘yaptırım’ uygulanması görüşünü savunan Erdoğan bugün Putin’e “AB kapısında bekleyeceğimize Şangay İşbirliği Örgütüne alsanız” diye ricada bulunan kişidir. Bir yılda bu kadar nevri dönmüş bir dış politikanın yaşadığı perişanlığı Başbakanlık Dış Politika Başdanışmanı İbrahim Kalın’ın ifadesiyle “değerli yalnızlık” diye nitelendirmek mümkün müdür?
Bu tablo karşısında M. Sinan Birdal’ın orta ve uzun vadede uluslararası sistem açısından yaptığı şu saptamayı anmadan geçmeyelim: “ABD-AB tarafından temsil edilen transatlantik blokuna alternatif olabilecek tek girişim Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın oluşturduğu BRICS ülkeleridir. BRICS’e Ortadoğu’dan katılacak aday artık belirginleşmiş gibidir: Mısır!” (Nihavend makamında strateji: Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar..., Evrensel, 24 Kasım 2013)
Evrensel'i Takip Et