Kayıkçı kavgası meselesi
Kirvem,
Başımızın başı muhterem başbakanımızdan Allah razı olsun, bunca işinin arasında yine de bir fırsatını kollayıp, hemen her gün kendince önemli bulduğu bir konuyu “pat!” diye ülkenin gündemine taşıdıktan sonra “usta”ca bir manevrayla kenara çekilir çekilmez, bizler de sıradan birer “vatandaş”, kimilerimiz de “akil” insanlar kisvesiyle hemen konuya balıklama dalıp, bir bakıma “zoka”yı yutup, ardından da her birimiz kendi meşrebimize göre başımızın “baş tacı” olan başbakanımızı haddimiz olmadan yerden yere vururken, kimilerimiz de tam aksine zatı muhteremlerini gökte ararken, bunca yıldan beri ülkemizin dümeninde seyrüsefer halinde bulduğumuz için el açıp Allah’a dua ederiz!
Öyle ya da böyle! Gerçek olan şu ki; başımızın başının gündemden yana sıkıntısı mafiş! Hatta bu baptaki yeteneği hayli bol ve bereketli!
Nitekim şu son günlerde de hani nasıl derler “durup durup tuz kavurup”, birdenbire dershanelerin kapatılmasının zamanın geldiğini, hatta bu hususta geç bile kalındığını beyan edip, “ferman” buyurunca, memleket bilmem kaç şiddetindeki bir depremle sanki ansızın sarsılmaya başladı!
Kirvem senin de bildiğin gibi bir müddetten beri ülkenin başlıca meselelerinden birine dönüşen bu konu hakkında hayli yazıldı, çizildi; kimilerine göre başımızın başının bu fermanı yerden göğe kadar haklıydı, kimilerine göre de no!
Aslında özüme kalırsa işin bu dershane faslını bir nebze geçip, öte yandan adı “milli eğitim” ya da “talim terbiye” denen ve ilkokul sıralarından itibaren taa üniversiteye kadar uzanan bu “süreç”in hani mil pardon ama, cılkı hepten çıktı!
Çıktı, çünkü ulus devletin daha ilk günlerinden itibaren devreye soktuğu “milli” ve “tekçi” zihniyet doğrultusunda beyinleri yıkanıp yağlanan körpe nesiller, önlerine sürülen metinleri ya da kulaklarına fısıldanan hemen her türlü “bilgi” dağarcığını sadece ezberlemekle kalmayıp, dahası da neredeyse körü körüne itaat edip, dolayısıyla neden ve niçinlerini araştırmayıp peşinen kabullenirken, aynı zamanda da bunu sanki bir nevi görev belleyip, böylece ileride işlerine şu veya bu şekilde yarayacak bir “diploma” peşinde koşuşturup durdular!
Sonra?
Sonra milli eğitimden yana aklına her esenin, daha da doğrusu bu işin başındaki o günkü “yetkili” zevatın kendilerince özenle hazırlayıp piyasaya sürdükleri “plan ve program”ların biri gidip, ertesinde bir başkası devreye sokuldu ama, yılların ardından bugün bu saat kaç çeşit olduğunu dahi neredeyse bilemediğimiz liselerden akın akın gelip dershanelerde ayrıca fazladan dirsek çürütüp, oradan da yine son yıllarda dostlar alışverişte görsün hesabıyla her şehirde, her kasabada birbirinin peşi sıra arzı endam eden, ve fakat ne idüğü belli olmayan sözde “üniversite”lere kapağı atmak için didinen gençlerimizin çoğu, maalesef “kaldırım mühendisli”ğine terfi edip, ister istemez kem talihlerine küstüler…
Her birinin başlı başına birer “ilim-irfan” yuvası olduğunu sabah-akşam dillendirdiğimiz bilumum okullarımız, tıpkı bir zamanlar bilmem hangi musluk fabrikasının televizyon ekranlarından sıkça duyurduğu şu meşhur “Aç-kapa! Aç-kapa!” reklamındaki gibi birbirinin peşi sıra dün onun, bugün berikinin keyfine göre açılıp kapatılarak, daha akademik, daha cafcaflı, “gavur”ca ifadesiyle silbaştan “dizayn” edilerek , veya amiyane deyimiyle “olmadı pilav çevir lapaya” tarzıyla, ha babam de babam “deneme-yanılma” usulüyle bir taraftan yoluna devam ederken, şimdilerde de ülkenin dümenindeki muhteremler, dershaneler bahanesiyle, ortaya attıkları bu “kılçık”la” ortalığı neden mi velveleye veriyorlar?!
Üstelik daha düne kadar “canciğer kuzu sarması”yken, daha düne kadar aynı çanaktan “nema”lanırken, daha düne kadar aynı yağmurda ıslanıp, aynı şemsiyenin gölgesine sığınırken, kendi aralarında başlattıkları bu “kayıkçı kavgası”nın derununda “ikbal” ve “iktidar”larının hesaplarını inceden inceye tezgahlarken, işin en acı tarafı da, bunu gençlerimizin, yarınlarımızın teminatı olan nesiller üzerinden yapmaları gerçekten hazin!
Ama olsun! Bütün bunlara rağmen pirimiz, üstadımız Çetin Altan’ın deyimiyle “Ensemizi karartmayalım”, çünkü başımızın başının dönüp dolaşıp eninde sonunda geçer akçe babında bulup buluşturduğu “Dindar bir nesil yetiştireceğiz” formülüyle Allah’ın izniyle bizler yarın, hatta yarından da yakın bir gelecekte, bu eğitim meselesini de “din” sosuna bulanmış bu “iman” yoluyla kökünden çözüp ülkemizi huzura kavuşturacağız inşallah!..
Evrensel'i Takip Et