25 Aralık 2013

Rüşvet yolsuzluk bürokrasi

Bir banka müdürünün, banka kasaları dururken, evindeki ayakkabı kutularına 4.5 milyon lira gizleyip, yakalandığında da “O para İmam Hatiplere ait bağış parasıdır!” savunusuyla kendini kurtarmaya çalışması, bu sistemin işleyiş tarzı, yapısı, “ahlakı“ ve kültürü hakkında aydınlatıcı örneklerden birini oluşturuyor.  Tamamlayanı, bir bakanın koluna, “altın-petrol tüccarı” ve kara para tezgahçısı olduğu açıklanan, 30 yaşında milyar dolarlarla oynayan kişi tarafından takılan  500 bin avroluk saattir. Eklenecek o denli çok örnek vardır ki, sıralamak tüm bir gazetenin sayfalarını doldurur da geçer. 1.5 milyar dolar aldığı söylenen kişi hiçbir sıkıntı duymadan, “Vermeyecek hesabım yok!” diye çalım atar. Ortaya milyar dolarlık rüşvet belgeleri dökülmüşken, rüşvet ve yolsuzlukla suçlanan Hükümet üyeleri, Başbakanlarının ardı sıra karşı saldırıya geçmiş, rant paylaşımı savaşlarının şirket ve yüzde hesaplarında anlaşamadıkları iktidar paydaşlarına karşı kelle avcılığı yapıyorlar. “İnlerine gireceğiz, çeteleri dağıtacağız!” naralarından geçilmiyor. Burjuva yönetimin sözde kuvvetler ayrılığına dayalı yönetim aygıtını tek elde ve kendi elinde toplamak için çabaları bilinen Başbakan, yargıyı, polis teşkilatını üç günde “kalbura çeviriyor!”
Bütün yönetim organlarının paylaşıldığını  “Ne istediler de vermedik!” diye, açıklıkla ilan etmişlerdi. “Bölüşme”nin her zaman “barış içinde” yapılması kapitalizmin işleyiş yasalarına aykırıdır. Kılıçların çekilmesine ve yönetim mevzilerinde kelle savaşının kızışmasına neden olan rant kapışması, rekabetin ekonomik temeli üzerinden şekilden şekile bürünürken, kavganın halka dönük yüzünde, iktidar karşıtı hak mücadelelerinin önünü kesecek bir karalama bu vesileyle de devam ediyor. “Bu da tıpkı Gezi’de olduğu gibi dış güçlerin komplosu, çete işidir” propagandası, kendilerinin “mevzi savaşı”nın nedenlediği bir nefreti dışa vursa bile, esas korkunun halkın uyanışı, gerçeklerin farkına vararak kendilerinden hesap sormaya, dahası kendilerini alaşağı etmesi olduğunu ortaya koyuyor. Halkın direnen kesimlerini her vesileyle topun ağzına koymaktan geri durmuyorlar.
SİSTEMİN İŞLEYİŞİ VE
RANT KAVGALARI
Rüşvet ve yolsuzluk, bankaların boşaltılması, hileli şirket iflasları, ihale- kiralama- taşeron ilişkileri; bunların tümü kapitalist meta üretimi, dolaşımı-ve bölüşüm- tarzıyla dolaysız bağlıdırlar. Dünyada 3 milyarın üzerinde işçi var ve durmaksızın üretiyor(lar). Bangladeş, Pakistan, Hindistan ve Çin’de aylık 35-40 dolar üzerinden çalıştırılan yüz milyonlarca işçinin ürettiği artı değeri aralarında Türkiye’nin kapitalistlerinin bulundukları kâr ve rant paylaşımcıları aralarında bölüşüyorlar! En gelişmiş kapitalist ülkelerde daha ileri düzeydeki bazı haklara rağmen, aşırı sömürü mekanizmaları işlemeye devam ediyor. O denli çok zenginlik yaratılıyor ki, doğrudan kapitalist patronlarla birlikte devlet ve hükümet bürokrasisinin özellikle üst kesimi de, üretilen bu zenginlikten pay alarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Devlet aygıtını eline geçirenlerin kitlelerle ilişkileri ve yaşam tarzları; kısa zamanda mali-ekonomik varlıklara sahip olmaları; şirketlere, arazilere, konut zincirine, nakti varlığa sahip olmaları, devlet şirketinin nasıl çalıştığı hakkında açıklayıcı veriler sunuyor. Bizde de, başka ülkelerde de yaşanan rant paylaşımı kavgalarının temelinde bu çarktan yararlanarak keseyi  daha çok doldurma yarışı yer alıyor. Kapitalist artı değerin kâr, rant, rüşvet, yolsuzluk, kamu birikiminden hırsızlık gibi bölümlenmelerle pay edilmesi, Tevfik Fikret’in deyişiyle yağma sofrasına oturanlar arasında iri kemik kapma kavgasına yol açıyor. Rekabet çünkü kapitalizmin acımasız bir piyasa yasasıdır. Pazar payını büyütme kavgası-dershaneler olayında olduğu üzere-salt iktisadi içerikte olanlarla sınırlı kalmaz, bunu da kolaylaştırmak ve mekanizmalarını daha işlevli kılmak üzere siyasi, hukuki, idari mekanizmaların ele geçirilmesi üzerinden de sürer. Türkiye’de AKP iktidarı-Hükümeti döneminde, “onlarca yılda yapılanlar”ı onlarca kat aşan özelleştirmelerle büyük kaynaklar sağlandı. TOKİ imarcılığı gerçek anlamında bir yağma inşaatçılığı olarak büyük miktarlarda parasal ve taşınmaz mal varlığı yarattı. Körfez Ülkeleri, Suudu Arabistan, Katar emir, kral ve sultanlarıyla girilen ilişkiler üzerinden bavullarla para transferiyle “el altındaki kaynaklar” büyütüldü. Hazine arazileri yağması büyük miktarda rant kaynağı yarattı. Buna uluslararası uyuşturucu, silah ve altın kaçakçılığı üzerinden sağlanan yüzlerce milyar dolarlık  “kara para trafiği”ne  kanal açma karşılığı alınan payların eklendiği, rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla bir kez daha açıklık kazandı. Kimin-kimlerin bu büyük kaynaktan ne kadar “ceplediği”; kasaladığı, uçak, gemi, şirket, arazi tapuları şeklinde maddi varlığa dönüştürdüğünü bilmiyoruz. Ama kavga bu denli keskin; kılıçlar bu denli fazla kelle keserken, hesap cüzdanlarına sığmayacak bir kaynağın yaratıldığı tahmin edilebilir.
‘İŞ YAPSINLAR DA YESİNLER’
KÜLTÜRÜ ÇÜRÜTÜR
Rüşvet ve yolsuzluklar karşısındaki genel tutum bir kültür sorununu da içeriyor. “İş yapsınlar da yesinler!” kültürünün hakim kılındığı toplumsal bünyede, “haram yenmez!” dinsel söylemi de artık eskimiş demektir. İşleyen kapitalizmin kanunlarıdır ve kapitalizm, sermayenin genişleyen yeniden üretimi sürecinde sağlanan toplumsal zenginliğin yönetim erklerini elinde tutanlar dahil kapitalistler ile her türden çanak yalayıcıları arasında pay edilmesini esas alır. Zenginliğin gerçek yaratıcılarına ise, örnek olsun Türkiye’de olduğu türden 803 liralık asgari ya da ortalama yoksulluk sınırları altında yaşayacakları kadar bir “pay verilerek”, buna talim etmeleri istenir. İsyan etmez ve paylarını bizzatihi kapitalistler ile çanak yalayıcılarına karşı her araç ve yöntemi içeren mücadele ile savunmaz iseler eğer, kimse onlara ne hesap verir ne de daha iyi yaşam koşullarına kavuşsunlar ister.
“İş” yapılıyor, evet ama işi yapan gerçekte kim(ler)dir? Köprüleri, yolları, binaları, tünelleri, hükümet üyeleri, devlet üst bürokratları mı elde-kazma-kürek, vinç, kamyon vs yapıyorlar, hayır. Onlar emir-komuta kademesinde oturup emekçilerin yarattığı kaynağın nasıl harcanacağına hükmediyor, emirlerindeki silahlı güçleri de “çark falso vermeden işlesin!” diye, Haziran direnişine karşı yaptıkları türden halka karşı hazır tutup üzerlerine gönderiyorlar. Saltanatlarının mekanizmasına darbe olacak bir halk eylemi ya da düzenin kendi içinden bir falso ortaya çıktığında da, “komplo-çete” söylemiyle kitle avcılığına hız veriyorlar. Buna seyirci kalınamaz, çünkü “garip-gureba”, “yetim hakkı” söylemi hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvet çarkının örtüsü olmuştur. Bunca büyük bir hırsızlık-rüşvet olayının basında ve televizyon kanallarında dünya-alemin bilgisi dahiline girmesine rağmen hükümet-devlet hırsızlarının hala meydan okumaya devam ederek yönetim koltuklarında durmaları, ne olursa olsun ele geçirilen olanakların sonuna kadar kullanılacağı ve halka rağmen, ama utanmaksızın da “millet iradesi”nden söz edilerek oralarda durma arsızlığı, bir kültür düzeyi ve “vatandaşlık” anlayışına da işaret ediyor.
“Hem suçlu, hem güçlü olmak” dayanağı zorbalık da olan bir kültür sorunudur: üst perdeden “kopmlo var!” diye ortalığa bağırarak, sözüm ona “dış güçler”e, onların oyunlarına işaretle, büyük efendileri, “kader ortakları”nın en eli sopalısı Amerikan gangs-ter devletine karşı çıkıyormuş gibi yaparak yurttaşların duygularını, Yahudi düşmanlığı kışkırtıcılığı üzerinden din istismarcılığını yedeklemeye çalışarak, “uluslararası güçlerin içinde olduğu ‘büyük fotoğrafa’ bakılması”nı isteyenlerin örttükleri, örtmeye çabaladıkları büyük yağma sofrasıdır. V. İlbeyoğlu yazdı: Evet,“o fotoğrafta, ABD’nin epeydir yaşamaya başladığı ‘Erdoğan yorgunluğu’ var mı? Var... Türkiye’ye dair yeni bir siyasal profil arayışı var mı? Var… AKP’den tamamen vazgeçmek olmasa da, en azından ‘kendini vazgeçilmez zannetme’ mesajı var mı? Var... Bunlar var ama böyle diye...” ne Tayyip Erdoğan ve yönetimindeki parti ve Hükümetinin ABD’nin stratejik çıkarları ve politikalarına hizmet etmekten vazgeçtiklerini düşünmek için, ne de bir çete savaşından söz ediliyorsa, onun iki tarafı olduğunu unutmak için bir neden bulunuyor!
Rant paylaşım kavgası halkın başı üzerinden, tahakküm altında tutulan işçi ve emekçilerin çalışmalarıyla yarattıkları olanaklar üzerinden yürütülüyor. 803 lira asgari ücretle çalıştırılan beş milyondan fazla işçinin, hiçbir sosyal hakka sahip olmaksızın kayıtsız işlerde çalıştırılan milyonlarca emekçinin, küçük bir aristokrat kesim bir yana bırakıldığında hemen tümü yoksulluk sınırı altında yaşayan ülke nüfusunun yüzde altmışının yoksulluğa ve yoksunluğa, temel ihtiyaç maddelerini alamaz durumdaki yaşama mahkumiyetleri üzerinden yürüyen bir paylaşım kavgasıdır bu.
Böyle olması, işçi ve emekçi kitleleri ile onların hak ve taleplerine bağlılık gösteren sendikal-politik örgütlerini, devlet-hükümet aygıtını kullanarak yolsuzluk yapan, rüşvet çarkı kuran ve işleten, buralardan sağladıkları kaynağı korumak ve saltanatlarını sürdürmek için her türlü riyakarlıktan geri kalmayanlardan hesap sorma sorumluluğuyla yüz yüze getiriyor. Bu çarkın parçalanıp atılması için yürütülecek mücadelenin bu türden aktüel konular üzerinden ilerletilmesi zorunludur. “Kim doğru söylüyor, acaba kim ne kadar rüşvet aldı?​” meraklanmasıyla zaman öldürmek yerine, hak ve özgürlük mücadelesini yükseltmek gerekmektedir. Suçlananlar meydan meydan dolaşıp herkese meydan okumaya devam ediyorlarken, işçi ve emekçilerin kendi hakları için meydanlara çıkıp, suç işleyenlerden ve onların kolektif suç aygıtından hesap sormaya, milyon kere hakları var! Rüşvetin ve çürümenin kaynağı yok edilmeden, kısmi iyileştirmelerle ya da daha beterinden gelişmelerle sürüp gidecek olan sömürü ve yağma sistemi olacaktır. Tüm devlet hırsız çetelerinin açığa çıkarılıp yağmaladıkları kamu zenginliğinin hesabının sorulması şarttır. Bankaların, devlet gelirleri ve giderlerinin hesabının halka açıklanması, kara para oyunlarının deşifre edilmesi, örtülü ödenek denen ve halka karşı çete savaşında kullanıldığı belirtilen kaynağın halk temsilcilerinin denetimine açılması gerekmektedir. Bunu sağlayacak olan işçi sınıfı başta olmak üzere kent-kır emekçilerinin mücadelesi olacaktır. Sorumluluk ise ileri işçi ve emekçilerin, ilerici aydınların sırtındadır.

Evrensel'i Takip Et