Mazeretim var
Diyorlar ya futbol yığınların deşarj olma aygıtı diye. Dert edip çatmayacağım bunu diyenlere, bu sözdeki doğru yanlara bakacağım. Madem ki hayatta eşitsizlikten, kaybetmekten, şiddetten, yalandan şarj ediyorsunuz bizi, bunun tersi de var. Deşarj olacağız. Olmaz üç paraya beş köfte. Fizik kanunudur, elektrikle yüklenen cisim çarpar. Ama yok, hayatın geri kalanında dolup öfkeyi tribünde boşaltma halini de anlatmayacağım. Bugün, maç izlerken basitçe neler beklediğimizi, olmadığında asfalyalarımızı attıranları, çileden çıkaranları yazacağım ki pür neşe geldiğimiz maçta neden asabi bir kitleye dönüştüğümüzün mantığını bulabileyim.
Saygı: Öyle şampiyonlar ligi maçında koluna “Respect” çıkartması yapıştırmak yetmiyor işte. Ben aylar öncesinden kombinemi alıyor, soğukta gecenin bir vakti geliyorsam bu güzelliğin bir parçası olmaya; sen de saygını koruyacaksın oyuncu efendi, hakem bey, yönetici arkadaş. Yok eğer sen hakemin görmediği pozisyonlarda ufak dirsek atayım derdindeysen, aşağılık ırkçı göndermeler peşindeysen ben yokum. Bükemediğin bileği (hadi öpmedin diyelim) öpmüyorsan da lekelemeye çalışmayacaksın. Yine bükeme, ama elinden gelenin en iyisini yaptığını bilelim formasına kurban olduğum. Sen topu bırakıp rakiple didiştikçe, yönetici UFO ısıtıcılı şeref tribününde anlamsız havalara girdikçe, hakem gözünün önündeki ofsaytı görmeyip tribünde goygoy yapan 30 kişi için anonsa başvurdukça biz deliriyoruz o soğuk plastik tribün koltuklarının tepesinde.
Ciddiyet: Tribüne çıldırmaya, sinirlenmeye gelmiyoruz. Yer yer çıldırsak da, bil ki özünde eğlenmenin, koyvermenin, mavranın peşindeyiz. Lakin, sen biz değilsin sevgili futbolcu. Senden beklentimiz çok yüksek. Fezanın en üstüne çıkar istiyoruz bizi atacağın bir ara pasla. Ki, fezaya yükselirken seni de omuzlarımıza alacağımız aşikar. Yeter ki yüz kaslarında o hevesi görelim. Kaybettiğin saçma bir topun ardından bir kez hayıflanarak bak yeter. Gerçekten herkesi çalımlayıp ters röveşata ile gol at derdinde değiliz. Biz biliriz birbirimizi, yeter ki kaçırdığın topun ardından sırıtma yersizce. Shorunmu’yu da severiz ama tam olmaz işte bir türlü.
Süre: Topun sahada kalma süresi 55 dakikayı geçmeyen 90 dakikalık oyun için, stada geldisigittisi en az 3-4 saat ayırıyoruz biz. Günü geliyor bir hafta o maçla yatıp kalkıyoruz. O yüzden kara kaşlım, hele ki son dakikalarda, ayağındaki topun, kalan son birkaç saniyenin değerini bilmez isen çok üzülüyoruz. Yahut oyunu soğutmak, rakibi tilt etmek adına kendini yere bırakmanı kabul edemiyoruz. Bak, bu işlerin en kıdemli abisi Sepp Blatter dahi bu hafta “Sözde yarı ölü bir futbolcunun, sahayı terk eder etmez hayata geri dönmesini son derece sinir bozucu buluyorum” diye buyurmuş. Yalandan yerde yatmalara, önde olduğun maçta oyundan çıkarken rakibin çeyrek dakikasını çalmak adına tırıs gitme kavramına başka anlam kazandırmana dayanamıyoruz. Hadi gel her saniyesinin değerini bilelim şu güzel oyunun. Yoksa biz mecburen yeni ıslık varyasyonları çalışmak zorunda kalıyoruz.
İletişim: Konuşmasan da bak bize be kardeşim. Bak sana bağırıyoruz. Bir el sallasan maçın başında, maç değişmese de biz değişiriz. Sarı kart gösteren hakemin omzuna babacanca dokundun diye silmeyiz, gurur duyarız bilakis. Hepiniz Gökhan Gönül olun, Ergün Penbe olun isteriz. Düşen rakibin elinden tutan, frikik öncesi fısır fısır konuşan futbolcunun hikayesi olduğunu hissederiz. Hagi gibi iyi vuramadığında kendini azarlayan deliliği yakıştırırız size. Ant olsun ki bir ömür şarkınızı söyleriz, yeter ki tribüne dönüp bir güzel söz edin. Sarı kart pahasına arada bir tırmanıverin golden sonra tribünlere, golü eleştirilen hocanıza armağan ediverin. Biz anlarız o samimiyeti.
Anlayacağın, sevmeye bir dolu; kızmaya birkaç mazeretimiz var. Biz varız, sen de varsan güzel oyunu güzel güzel oynamaya hadi başlayalım.
Evrensel'i Takip Et