Diaspora mevzuu
Irkçı diskurdan/söylemden, milliyetçi söylemden, resmi ideoloji ve tarihin söyleminden arınmak kolay değil. Bazen ağızdan dökülen bir sözcük, on yıllarca bu söylemlere karşı yürüttüğünüz mücadeleyi bir anda küçük düşürebilir, itibarsızlaştırabilir.
12 Eylül faşizminin ve onun varislerinin, biraz sıkıştıklarında, zora düştüklerinde ‘dış düşman’ kavramı yanında en çok dillerine doladıkları ve şehvetle kullandıkları kavramlardan biridir ‘diaspora’.
Fransız Araştırmacı Prof. Gerard Chaliand’ın en ilginç kitaplarımdan biri de, “Diasporalar Atlası” dır. Bu kitapta, dünyanın her yanına yayılan farklı diaspora gruplarının, oluşumu bir tarih atlası olarak, temel bilgilerle birlikte verilir. Ana yurtlarını terk eden bu toplumların terk nedenleri, geçtikleri rotalar, yaşadıkları gelgitler sergilenir bu kitapta.
Dilerim bir gün Belge yeterli olanaklara sahip olur da bu kitabı da yayımlamak kısmet olur.
Tarihin bilinen en eski diasporası olan Yahudi toplumu daha bu olguyu ahti atik zamanında yaşamış ve Babil sürgünü yanında, Mısır sürgününü de yaşamıştır.
Sürgün, holokaust zamanlarına kadar Yahudiliğin bitmek bilmeyen kaderi olmuştur.
Orta Çağ’da İslam Yahudiliğe daha toleranslı iken Hristiyan dünyası bu toplumu peygamberleri Hz. İsa’nın katili olarak ilan ederek, onlara sayısız pogromlar, yeni sürgünler yaşatmıştır. Örneğin Osmanlı İmparatorluğunda, Ortodokslar arasında yaygın bir Yahudi düşmanlığı vardı. 19. yüzyılda İzmir’de Rum toplumu, Yahudilerin çocukları kaçırdığına, onları kanına ekmek banarak dinsel ayin yaptığına inanırdı. Bir çocuk kaybolmaya görmesin, ‘fail’ Yahudiler ilan edilir, Yahudi mahallesine saldırılırdı.
Tanzimat sonrası reformist Osmanlı yönetimleri ise bunun bir hurafe olduğunu belirtip, bu toplumu koruma altına alırdı.
Büyük kentlerde bile Yahudilerin toplumsal statüsü Hristiyanların altında idi ve hele hele Balkanlardan, Ege Bölgesi ve İstanbul’dan farklı olarak Anadolu ve Mezapotamya’da yaşayan Yahudiler, İspanya sürgünü değillerdi. İbraniler, yani Hz. İbrahim’in/Abraham’ın çocukları olarak anılılardı. Yani kökleri ta eski Babil zamanlarına kadar giderdi ve toplumsal statüleri, Roma/Sinti halkı ile aynı düzeydi. Yani en alttakilerdi.
Örneğin, Diyarbakır Yahudilerini aşağılamakta, Hristiyanlarla Müslümanlar arasında pek fark yoktu.
Fransız Devrimi sonrası Avrupa’da yayılan aydınlanma ile, Hristiyanlığın tutucu ön yargıları yıkılmaya ve Yahudilerin gettodan çıkarak toplumsal hayata katılmalarına, üniversitelerde kabul edilmelerine olanak sağlayan reformlar yapılmaya başlandı.
Bu dönemde Yahudiler yaşadıkları toplumun bir parçası olmaya, asimilasyona son derece açıklardı. Ve de kısa sürede çok başarılı olmaya da başladılar, bilimden, sanata, edebiyat ve felsefeye kadar çeşitli alanlarda olağanüstü katkı da sundular.
Ama bu Avusturya ve Rus İmparatorluklarında bu aydınlanmanın siyasal alanlara da yansımasıyla, muhafazakar ve gerici yapılanmalarda aşırı tepki yaratmaya da başladı. Bunun önemli bir siyasal nedeni de vardı. Yahudi proletaryası ve aydınlarının yükselen işçi sınıfı hareketi içinde yer almaya başlamaları ile birlikte, özellikle bir ‘halklar hapishanesi’ olarak nitelenen Rus Çarlığı, kökü Avusturya imparatorluğunda olan Anti-semitizmi temel devlet politikalarından biri haline getirdi ve bunun için zaman zaman örgütlenen Yahudi pogramlarını kışkırtabilmek için, bir Rus papazına, ‘Siyon Protokolleri’ başlıklı, sözde Yahudilerin gizli emellerini açıklayan kitaplar da yazdırıldı. Özellikle 1905 Rus Devrimi sırasında Yahudilerin yoğun olduğu yörelerde, Kara Yüzler denen devlet destekli yapılanmalar ile pogrom denen kitlesel katliamlar yapıldı. Öte yandan bu Yahudi düşmanlığı sadece Ortodokslar arasında değil, Polonya gibi Katolik olan yörelerde ve Baltık ülkelerinde de çok yaygındı.
Rus Çarlığı’nın bu pogrom politikasını Abdülhamit aynen kopya ederek ve aynı zamanda Çarın en gerici askeri yapılanması olan Kazak alaylarının birebir kopyası olan Hamidiye Alaylarını (İttihatçılar ise Aşiret Alayları olarak yeniledi) oluşturarak hayata geçirdi. Ama bir tehlike sayılmayan Yahudilere karşı değil, Ermenilere karşı…
Siyonizm denen bu siyasal akım, ilkin asimilasyon ve entegrasyonu savunan Avusturyalı Dr. Herzel tarafından, bir anlamda Doğu Avrupa Yahudilerinin bir umutsuzluğunun yansıması olarak kuramsallaştırıldı.
Evet, Yahudilerin kendi tarihsel ana yurtlarına dönerek, kendi devletlerini oluşturmak için çalışmalarının zamanı gelmişti. Sol Siyonizm, sozyalizmden de etkilenerek, toplumsal örgütlenmede, ‘kolhoz’ çiftliklerinin benzeri olan kibutzları yaratacağı gibi, silahlı mücadele ayağını da oluşturacaktı.
Ama tarihin bir cilvesi olarak, bu siyaset üzerinde oluşan, kendi resmi ideolojisini ve tarihini yazan ulusal güvenlikçi İsrail devlet yapılanması da, yeni bir diasporanın, Filistin diasporasının doğmasına neden olacaktı. Çünkü ulus devlet modelinde, her kuruluş öyküsünde, mutlaka bir zorunlu göç, etnik arındırma hikayesi de yer alır.
Arzu ederseniz, daha sonraki yazımızda da, yaşadımız coğrafyanın çocuklarından oluşan Elen, Ermeni, Kürt, Alevi, Türk diasporasını, Kafkas kökenli Çerkes diasporasını, hatta 12 Eylül faşist cuntası sonrası oluşan Türkiyeli sol diasporayı ele alalım. Bunların şer ocakları mı, yoksa yaşadıkları farklı devletleri oluşturan toplumlardan biri ve sivil toplumun bir parçası mı olduklarını ve taleplerinin meşru olup olmadığını tartışalım.
Evrensel'i Takip Et