13 Şubat 2014

Bir gül değil omzundaki

Bir baba, bir fotoğraf, mezra yolu. Kurt kuş kar altında.
Babanın omzundaki bir rüzgâr değil, bir çuval. Ne taşıyor? Oğul ölüsü.
Bir baba, bir fotoğraf, kasaba uzakta. Dağ taş kar altında.
Babanın omzundaki bir gül değil, bir çuval. Ne götürüyor? Oğul ölüsü.
Bir baba, bir fotoğraf, tipi dindi. Göze, çiçek kar altında.
Babanın omzundaki gökyüzü değil, bir çuval. Ne götürüyor? Oğul ölüsü.
Bir baba, bir fotoğraf, o sonsuz uğultu. Börtü böcek kar altında.
Babanın omzundaki türkü değil, bir çuval. Ne götürüyor? Oğul ölüsü.
Bir baba, bir fotoğraf, gün düştü. Uzak yakın kar altında.
Babanın omzundaki yıldız değil, bir çuval. Ne götürüyor? Oğul ölüsü.
***
Bir Yılmaz Güney, Nuri Bilge Ceylan görüntüsü gibi. Film olsaydı. Ama değil.  
Bir Lorca imgesi gibi. Şiir olsaydı. Ama değil.
Bir Yaşar Kemal öyküsü gibi. Öykü olsaydı. Ama değil.
Bir Kevin Carter karesi gibi. Fotoğraf olsaydı. Ama değil.
***
Carter’ın, Politzer ödüllü, o ünlü fotoğrafını bilirsiniz.
Bir akbaba ve bir deri bir kemik, siyah küçük kız çocuğu.
Akbaba, kızın ölümünü beklemektedir. Carter, deklanşöre davrandığında da uçup gider. Küçük kız, kuş uçumu iki dakika uzaktaki Birleşmiş Milletler Yardım Kampı’na sürünerek varacaktır.. Fotoğrafçı, kıza yardım etmez, o ânı “ölümsüzleştirir” ve uzaklaşır. Ancak sanatçının kaçamadığı tek yer vicdanıdır. Fotoğraftan üç ay sonra bir banliyöde arabasının içine egzoz basarak ölümü seçer.
Sanat mı hayat mı? Hayat elbette. O olmazsa sanat olur mu?
***
Baba ve oğulun fotoğrafı da Carter’ın fotoğrafı gibi. Ancak “sanat fotoğrafı”değil. Küçük Muharrem’in amcası, “belge” için çekmiş. Devlet de acıyı görsün diye. Görür mü? Metin Altıok vermiş yanıtını: “Ben artık mümkünü yok ölürüm / Tabutum bile olmaz taşınacak / Bir çil horozun sesine gömülürüm. / Sağır kulağa sözüm yok, köre ne göstereyim / Duymazlıktan, görmezlikten gelenler, / Bir de size sormalı, ya ben nereye gideyim?​” Şair de ölüme gitti. Gönderdiler. Sivas’ta o kanlı otel yangınında, dumanla zehirlendi. Ankara’ya taşındı, orada “bir çil horozun sesi”ne gömüldü. Muharrem’i kar altından kurtarmak için üç adımlık yere gelemeyen devlet, Sivas’a da gün boyu gelememişti. Öncesinde görmüş gibi, “Sağır kulağa sözüm yok, köre ne göstereyim.” demişti şair.
Şairi öldürenle çocuğu öldüren aynı vicdansızlık, aynı acımasızlık değil mi? Şairlerini, çocuklarını öldüren “kör ve sağır” bir ülke, ne bu yeryüzüne yakışıyor ne bu çağa…
Yüreğim kalkıyor, ruhum daralıyor.
Uğur’un, Ceylan’ın, Berkin’in gözleri gitmiyordu rüyalarımdan. Şimdi de Muharrem bebekle göz göze geleceğiz. 

\"\"

Evrensel'i Takip Et