Karpuz misali bölünme meselesi
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Okullarımızda sular seller misali ezberlediğimiz “milli tarih”imize göre; “Türklerin Anayurdu” denen diyarlardan, yani “Orta Asya” çöllerinden yollara düşen atalarımızın bir kısmı, 1071’de Anadolu denen bu topraklara “bismillah” deyip ayak bastılar.
1299’da küçücük bir beylikken, daha sonraları irili ufaklı bilumum “fütuhat” sayesinde sınırlarını oradan oraya taşıyıp, namütenahi genişletip, nihayetinde Akdeniz’in çevresini fırdolayı dolanıp üç kıtaya yayılan kocaman Osmanlı İmparatorluğu’nu kurdular.
Sonra?..
Sonra, bu “yalancı dünya”dan göçüp giden irili ufaklı bilumum anlı şanlı krallıklar, hanedanlıklar gibi, keza adıyla sanıyla ünlü “cihanşümul” bu imparatorluk da, aynı “kader”i paylaşıp, dolayısıyla zaman tünelinde “rahmeti rahmana” kavuştu.
Aslında “rahmeti rahmana” kavuştu derken, atalarımızın önceleri dur durak demeden üç kıtada savaşıp elde ettikleri toplam “beş milyon iki yüz bin” kilometrekarelik toprak parçasından, şimdilerde elimizde kalan ve deyim yerindeyse gari ufacık bir “tarla”yı andıran “yedi yüz seksen bin” kilometrekarelik cüzi kısmıyla ister istemez avunurken, diğer taraftan da nedense ve ne hikmetse her Allah’ın günü bu kutsal vatan topraklarının da maazallah parçalanacağından dem vurup, dolayısıyla “harici” ve “dahili” muhayyel düşmanlarla boğuşup duruyoruz!
Boğuşup duruyoruz; çünkü gerek Misakımilli sınırları dahilinde, gerekse uluslararası camia içinde attığımız her yanlış adımın, şu veya bu minvalde ülkemize, milletimize mal olan maddi ve manevi bilumum kayıplarının faturasını, illa da “eloğlu”na kesmeyi hüner bellerken, aynı zamanda da kendimizi nedense daima sütten çıkmış ak kaşık görmek işimize geliyor!
Neden?
Çünkü: “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok!”
Üstelik sanki genlerimize işlemiş, sanki bir nevi “atasözü”ne dönüşmüş bu “yargı”mızla yıllar yılı yatıp kalkarken, bunun, aslında kendi payımıza düşen bir “ayıp” olduğunun da ne yazık ki farkında bile değiliz!
Kirvem, “düşman”ının çokluğuyla bu kadar övünen, biraz daha mülayim deyimiyle söylemek gerekirse “dertlenen” bir ülkenin, gelmiş geçmiş bilumum yetkilileri, acaba sırf kendilerini temize çıkarma gayretiyle ona buna “çamur” atarken, bunun yerine boy aynasının karşısına geçip kendi gül cemallerini seyredip, dolayısıyla bizatihi kendilerinde zerre kadar da olsa neden kusur aramazlar?
Peki, geçmişi bir nebze unutup günümüze dönersek, ülkemizin şu sıralar içine düşüp debelendiği bu “kaknem” durumun sorumluları, gerçekten de başımızın başı muhterem başbakanımızın, Gezi olaylarının hemen akabinde bulup buluşturduğu “faiz” ya da bilmem ne “lobi”leri mi, yoksa her geçen günün ardından giderek “isot” acısına dönüşen dilinin belası mı?
Nitekim bir bakıma kendi kendimize gelin güveyi kesilip, sonra da “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok!” derken, beri taraftan memleket sathında elhamdülillah yüzde doksan dokuzu hesapça hem “Müslüman”, hem de “Türk” olan insanlarımızın neredeyse yarısı “bizler”, geri kalan diğer yarısı da “onlar” diye, bizatihi başımızın başı Başbakanımız Erdoğan’ın verdiği “fetva” mucibince, karpuz misali tam da ortasından ikiye bölünmüşse, üstelik karpuzun Başbakanımıza dönük yüzü kan kırmızısı ve de tatlı, diğer tarafı de sapsarı ve kabak tadı verdiği için “onlar” kategorisinde dışlanıyorsa, ehh o zaman gündüz gözüyle ortalıkta gezinip, el alemi “düşman” belleyip, hele hele kendi halkının bir kesimini “bölücü” veya “hain” diye nitelemek acaba neyin nesi kimin fesi Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30