10 Nisan 2014

\'Hanedan\', harem ve istibdat!

Başlık sözcükleri, iktidar sözcülerinin söylemiyle uyumlu olarak seçildi! Burjuva yönetimin günümüz temsilcilerinin iktisadi-politik ve ideolojik konumlanması ve davranışına uygundurlar. Ülke ve tüm uluslardan halk kitleleri, kimin kendi durumundan ne anladığından bağımsız olarak, istibdat yönetimi altında. Adına demokrasi dedikleri siyasal yönetim, halk üzerinde despotizm bir yana, burjuvazinin tüm kesimleri için dahi hak ve olanak eşitliği anlamı içermiyor. Burjuva iktidarı, siyasal zorbalık politikasında yasa, anayasa, hukuk kavramlarını, sadece bir aldatmaca olarak işlev gördükleri sürece, “kabulleniyor”. Anayasa Mahkemesinin “iletişim özgürlüğü” üzerine bir açıklaması karşısında alınan tutumda açıklık kazandığı üzere, Recep Erdoğan Hükümeti için, kurumsal “saygınlık”, ancak zorbalık ve baskının aklanmasıyla malul ise, söz konusudur. Sistem kurumları, Hükümetin politikalarıyla uyumlu ve kesinkes aynı çizgide oldukları ve halk muhalefeti karşısında saldırganlığı benimseyip sürdürdükleri  ölçüde övgüye ‘mazhar’ olurlarken, özellikle Başbakan Erdoğan’ın temsilini ve sözcülüğünü üstlendiği politikalarla en küçük aykırılıklarında, “Lafla uslanmayana kötek!” tutumuyla hizaya sokulmaya çalışılıyorlar.
Sistem kurumları elbette işlevsiz kalmıyorlar. İşçi sınıfı ve emekçilere karşı, etkili şekilde işlevseldirler. Polis ve yargıç; hukuk kurumları, yasalar ve anayasa, kapitalistler-özellikle tekelci gruplar- ile hükümetin yanında; baskıcı, yasakçı, engelleyici ve hak tanımaz rollerini sürdürüyorlar. Bu da, işçi sınıfı ve kent-kır emekçilerinin önüne, eğer daha iyi koşullarda yaşamak istiyorlarsa, yani eğer siyasal hak ve özgürlüklere sahip insanlar olarak yaşamlarını sürdürerek sömürüden kurtulmak istiyorlarsa, bütün bu aygıta karşı; bu aygıtın çeşitli kurumlarının sözcüleri tarafından sistemli şekilde sürdürülen yalan vaatlere kanmaksızın, mücadele etme zorunluluğu koyuyor. Ama şöyle bir gerçekle de yüz yüzeyiz: yirmi milyona varan bir işçi kitlesinin ve çok büyük miktarda kent-kır yoksulları kitlelerinin varlığına rağmen, işçi sınıfı ve emekçi kesimleri büyük kitlesel çoğunluklarıyla, sınıf karşıtlarına karşı; onların politik-ideolojik ve dinsel sözcülerinin yalan ve entrikalarını boşa çıkarabilecek bir politik gelişmişlikten; sermayeden bağımsız bir sınıf siyasetiyle davranmaktan henüz uzaklar. Bunun çok çeşitli nedenleri var; ama burası bunları tüm yönleriyle sıralama ve izahın yeri değil.
Yine de şu kadarı söylenebilir: Sistem partilerine, özellikle de AKP ve Hükümetine yığınsal desteğin nedeni, yalnızca dinsel ideolojinin süre giden etkisi değildir. R. T. Erdoğan’ın çok bilinçli bir biçimde, -ve bazen açıkça Sünni çoğunluğu istismar etmekten kaçınmaksızın-sürdürdüğü dini söylem, bu etkinin ‘oy’a, para sermayeye, ranta, mülke tahvil edilmesinin zeminine işaret ediyor. İntikam yeminleri edip, tehditler savururken, onun, “Milletimiz bizi onayladı” diye, saldırılarını halk destekli göstermesinin bir nedeni de budur. Rabia selamı, “Müslüman Kardeşler” avukatlığı, ‘Atatürk Orman Çiftliği’ arazisine “Başbakanlık konutu”; Çamlıca tepesine “Beyaz Devrim!” minaresi dikme politikası, “harem” söylemi, bunların hepsi, Erdoğan iktidarının politik-ideolojik ve kültürel  ‘kod’ları arasındadır. Ancak bu, işin bir yanıdır ve asıl dayanak, bunların ekonomik temelle ilişkilerindedir. İktidar, dini ekonominin emrine almış, kapitalist çıkarlara bağlamıştır. Yüzlerce milyon dolarlık rüşvet ve yolsuzluğun “Müslümanlık” giysisi altında ve “İslamın parlayan yıldızı” çığırtkanlığıyla geçiştirilmeye çalışılması, çürüme ve çözülmenin toplumsal boyutlarıyla doğrudan bağlıdır. Türkiye kapitalizmi son on yıllarda gösterdiği hızlı gelişme ile sadece kırı daha fazla çözmedi; kentleşmeye yön veren politik iktisadın parlak örneğini oluşturduğu yağma ve ondan pay alma tutumunu yaygınlaştırıp, küçümsenemez bir nüfus bölümünü şu ya da bu ölçekte bundan yararlanır duruma da getirdi. İnsanların, sahip oldukları olanaklardan, mülk ya da işten bağımsız tutum almadıkları ise, yaşamın diğer bir gerçeğidir. Buralardan gelen desteği olmasaydı, Erdoğan, hükümeti- partisi, ve cümle “yağdanlık”ları, 2013 Haziran halk direnişini komploculukla suçlayıp, milyonların başkaldırısına karşı beyaz orduların kılıç şakırdılarıyla yürüyemezlerdi. Goobelsci propagandanın hala işlevli olması bir maddi temele de dayanıyor. Daha da önemlisi, açlar ve yoksullar yığınlar halinde ve ellerine ne geçirdilerse onunla, zorba politikalara ve dünya kapitalizminin Türkiye’deki bekçilerine karşı, semtlerden, fabrika ve işyerlerinden, sokaklardan ve alanlardan ilerliyorlar da değiller! Henüz onları, buna yönelten bir iktisadi-sosyal durum yaşanmıyor.
İşte bu durumdur ki, günümüz dünyasının zorba iktidarlarından birine, himayesine girmeyen ve politikalarına karış çıkan kim varsa düşman göstererek, devleti hanedan mülkü; ülkeyi çiftlik; kitleleri tebaa sayma anlayışını herkese kabul ettirmek; kabul etmeyenleri  kılıç, tank top, sansür, yasak, zorbalık, ve cehaletin bütün ‘zebanileri’yle yıldırmak üzere, hareket alanı açabiliyor. Tehdit ve meydan okuma cesareti buradan geliyor.
O halde, değişmesi gereken bu durumdur ve bu değişim için, bu sistemde sömürülüp ezilenlerin en ileri kesimlerinin söz ve eyleminin devrimci tutarlılıkla ve dolaysız olarak on milyonların içinde, maddi karşılığını bulması için, yetenek ve cesaret isteyen çalışmaya ihtiyaç vardır.

Evrensel'i Takip Et