Bir tek dileğim var
Bu yazıyı Hıdırellez gecesi yazıyorum. Bu topraktaki milyonlarca kişinin bir gül ağacının altına taşlarla dizdiği hayal, ateşten atlarken dilediği yegane istek. Gerçekleşmeyeceğine neredeyse emin olduğun ama bir türlü vazgeçemediğin rüyaların gecesi. Deniz Tarafındaki Kale adına ateşin üzerinden atlarken, sahalarda aşağıdaki güzel insanların artmasını umdum.
İtiraz etmeyenler: Hangi maçta olmaz ki tartışmalı bir pozisyon? Sinsi bir faul, gizli bir ofsayt, hakemin görmediği bir elle oynama. Pozisyonun mağduru da illa ki hakkını arar. Bağırır, elini kaldırır. İsyan eder. İstemediği kararı engellemeye çalışır. İşte tam bu anda, itiraz etmeden haklı ya da haksız; hakemin kendi gibi hatasıyla doğrusuyla bir insan olduğunu fark eden oyuncu sessizce kalkar. Hiçbir şey demeden, tatlı bir el hareketiyle konuyu kapatarak mevkisine geçer ya. İşte o zaman bambaşka bir titrer insanın içi. Kimi zaman takımının hakkını savunmaz ama itiraz etmeyip oyunun sihrini korumaya girişir. İşte o zaman giydiği formadan bağımsız hepimizin gönlünü çalar.
Tellere tırmananlar: Oyunu gol olsun diye oynuyoruz, gol için izliyoruz. Bazen hiç beklenmedik bir anda da gol oluyor gerçekten. Kaleci, tribün, teknik direktör, savunma dona kalıyor. İşte o anda FIFA ne der, International Board ne yazar umursamadan tribünün tellerine tırmanıyor ya golü atan yakışıklı. Dünya duruveriyor. Sarı kartı göze alıp, sevincini kendi rengindekilerle paylaşıyor. Bu tam da Hıdırellez ateşinden atlarken hissettiğimiz vurdumduymazlık. Olsun gözüm olsun, ne olacaksa olsun diyor topa son dokunan oyuncu.
Forma değişenler: Öyle bir savaş algısına çevirmişler ki futbolu, sanılıyor ki o sahaya çıkan çoğu oyuncu kazanmak için ölür. Kazanmak için öldürür. Ne alakası var? Kendi olmamışlığımızı sahadakilere yansıtıyoruz. Sonra maç bitiyor. Bizim gladyatör payesi biçtiğimiz çocuklar bir anda iklimden sıyrılıyor. Düşman bellediğimiz rakibin elini sıkıyor. Ter içindeki formasını çıkarıp rakibiyle değişiyor. İşte o an ne desen boş.
Sus çekenler: Spor bazen, hatta çoğu zaman gerilimdir. Son maçındır, ölüm kalım meselesidir. Emeğindir bir sezon uğrunda koştuğun. Yediğin araba dolusu ağır sözdür. İşte, bazen o an gelir. Bir karambolde top tıngır mıngır kalenin içine girer. Ya da zımba gibi yapışır ağların ortasına. Yapacağın daha iyi bir hareket yoktur. Sözün bittiği yerdir. Herkes sussun seni dinlesin istersin. İşaret parmağını dudaklarına diklemesine götürüp sessizliği dinleyesin gelir. Kin, kibir, öfke değildir. Sadece tarzındır ortaya çıkan. Ağızdan çıkacak bir sürü nefret sözünden çok daha asildir bir sus işareti.
Pankart boyayanlar: Umudunu, hayalini koymuşsun bir tekneye. Okyanuslar seni bekler. Yapacağın sınırlıdır bir yandan da, saha içine gücün yetmez. Sonsuz olan gücün değil, hayalindir. Sahadakiler seni göklere uçursun diye umarsın. İşte bu ruh haliyle hafta boyu elinden geleni yaparsın. Rengarenk boyarsın aklından geçenleri bir bezin üstüne. 140 karakterlik cümleye sığmaktan çok daha zordur sopalı bir pankarta derdini anlatmak. Zeka da ister emek de. Boyadığın o rengarenk pankart senin özgürlüğündür. İfadendir kendini. Pankart aslında sensindir.
Renginden gocunmayanlar: En iyi rengin, en kusursuz tonların kendisinde olduğunu düşünenler bazen hiç ummadıkları pembe, yeşil, turuncu, kırmızı formanın peşinden gidiverirler. Kimi zaman rakibi çağrıştıran, akıllara zinhar gelmeyen bu renkler, (her ne kadar endüstriyel futbolun bir oyunu da olsa) o sezonun başrol oyuncusu oluverirler. Bu yeni renkten gocunmayıp üzerine armasından ötürü geçirdikleri formayla göğsünü seve seve gezenler, ne de güzel insanlardır.
Bitmesin, artsın isteyeceğim ne kadar çok ve güzel insan varmış sahada. Anlatmaya yer kalmadı, birkaç tanesinin ismini saymadan geçmemek lazım. Rakibi yerden kaldıran, koreografik gol sevinci yaşayan, oyundan çıktıktan sonra yedek kulübesinden oyunu tam konsantrasyon izleyen güzel futbolcuları saymalıyım. Bu güzellikleri görmeyi çok ama çok seviyorum çünkü. Hıdırellez ateşi anlar beni.
Evrensel'i Takip Et