12 Haziran 2014

Soma, Gezi; İşçiler ve sendikaları

Türkiye gibi tüm kapitalist ülkelerde işçi sınıfının bugünkü en önemli sorunlarından biri de, burjuvazinin işçi örgütlerindeki varlığına son vermek; sendikalar başta olmak üzere işçi-emekçi örgütlerini kendilerinin mücadele ve örgütlenme merkezlerine gerçek anlamıyla dönüştürmektir. Sendikal örgütlerde, özellikle üst yönetimlerde tuttukları mevzileri işçi-emekçi hareketine ve mücadelesine karşı sermaye ve devleti-hükümetleri yararına kullanan çeşitli düzeylerdeki sendika bürokratlarının işçiler ve halk yararına politika izlemedikleri, tutum ve davranış içinde olmadıkları oldukça açıktır. Tek tek çeşitli mücadeleci sendikacılar, ya da bazı sendikaların yönetimlerinde yer alan ve işçi sınıfının talep ve çıkarlarını savunmaya çalışanları(bunlar muhalif ve mücadeleci sendika ve sendikacılardır, ve sermaye devleti ve hükümetlerine karşı mücadeleleriyle diğerlerinden ayrılmaktadırlar) ayrı tutulduğunda, özellikle TÜRK-İŞ, HAK-İŞ gibi, patronlar ve hükümetle işbirliği çizgisi izleyen sendika konfederasyonların üst bürokrasisi, tüm kritik zamanlarda işçi hareketi ve mücadelesini etkisizleştirme tutumlarıyla kapitalistlerin safında yer tuttuklarını yeterince gösterdiler.

İşçi-emekçi hareketinin kendi sınıfının talep ve çıkarları yönünde kazanımlar sağlamasının koşullarından biri de, burjuvazinin kendi saflarındaki varlığı ve etkisine son vermektir. Maden-İş Soma Şube yöneticilerinin, SOMA’daki toplu işçi katliamı sırasında ve sonrasında izledikleri patron ve hükümet işbirlikçisi çizgi nedeniyle maden işçileri tarafından istifaya mecbur bırakılmaları, sermaye, devlet ve hükümet işbirlikçisi sendika bürokratlarına karşı biriken işçi öfkesinin işaretlerinden yalnızca biridir. İşçiler, kendi çıkar ve taleplerini sahiplenmeyen ve yalnızca demogojik söylevlerle sözüm ona mücadeleci görünüm vermekle yetinen sendika patronlarını daha önceleri de, farklı gerekçelerle ve farklı zamanlarda protesto etmişler, sendika merkezlerine yürümüşlerdir. Bugünkü sorun, işçilerin böylesine lokal tutum ve eylemlerinin, sendikal ve diğer ‘sınıf ve halk örgütleri’ni; bileşimleri yönünden böyle olan ve fakat yönetimlerini gasp etmiş uzlaşmacı-işbirlikçi bürokratlardan temizleyecek; bu örgütleri gerçek anlamıyla işçilerin; işçi sınıfının denetimi altına alacak boyutta sınıf tutumu ve eylemine dönüşmesidir.

İşçi aristokrasisi, kapitalizm ve burjuva düzeniyle yarar ilişkisi içindeki bir kesim olarak tüm kapitalist ülkelerde işçi hareketini geriye çekme; mücadelesini etkisizleştirme ve en geri düzeydeki kimi ekonomik-sosyal taleplerin karışlanmasıyla yetinme çizgisinde tutma işleviyle yükümlüdür. İşbirlikçi sendikal çizgi yalnızca tek tek işbirlikçi sendikacının gücüne dayanmaz, bu işçi aristokrasisi tabakasından da güç alır. Bu bakımdan işçi ve emekçiler, özellikle de sınıf bilincine ulaşmış ileri işçiler, kendi içlerinden çıkarıp sendikal örgütlerin yönetimlerine getirdikleri “mücadeleci-devrimci sendikacılar” da dahil olmak üzere örgütlerinin yönetimlerini denetimini; onların kendilerinden ayrışan ve ayrıcalıklı bir yaşam tarzı ve politik tutumu (reformizm, uzlaşmacılık ve işbirlikçilik) benimsemeleri durumunda, derhal değiştirilmeleri tutumuna dek geliştirmelidirler.

Ölçü söylem değil pratik tutum ve davranıştır: işçi ve emekçilerin sınıfsal örgütlenmesinin güçlendirilmesi için çalışmayan, örgütsüz milyonlarca işçi ve işsizin örgütlü hale getirilmesi için koltuklarından dahi kalkmayan ve makam odalarından çıkmayan yöneticinin sınıfla ilgisi ve ilişkisi, kendi çıkarından öteye kalmamış demektir. Bu tür yönetici ve temsilcinin sınıf örgütlerinin; sendikaların, derneklerin yönetimlerinde tutulmaları, yenilgiyi daha baştan kabullenmek demektir. İşçilerin yalnızca % 5’i sendikalı iken ‘kılı kıpırdamayan’ sendikacı işçinin temsilcisi olamaz. Devlet-hükümet zorbalığı sokaklarda ve alanlarda kol gezer, terör estirir ve insan katline çıkarken ya tümüyle sessizliği seçen ya da göstermelik açıklamalarla sorunu geçiştiren sendika ve örgüt yöneticileri halkın değil sermayenin yanında durmaktadırlar. Milyonlarca insan, hak ve özgürlük için sokaklara çıkarken, gösterişli koltuklarına gömülüp duranlar, saflarını yeterince açık etmişlerdir. Bu gibilerinden mücadele beklentisi saflık değilse, kendini ve başkalarını aldatmaktan başka bir anlama gelmez. İşçilerin-işsizlerin; kent-kır yoksullarının daha yığınsal örgütlenmelere ve kendi örgütlerini yalnızca talep ve hak alma mücadelesiyle sınırlanmayan ve fakat sermaye ve burjuva hakimiyeti ve sömürüsünden kurtuluşun kavgasını yürüten örgütlere dönüştürmeye ihtiyaçları var.

Evrensel'i Takip Et