Odisseus’un barış yolculuğu
Eli yabalı denizler tanrısı Poseydon, saldığı azgın fırtınalarla; yıllar süren Troya savaşları sonrasında ülkesine dönerken kral Odisseus’un bütün gemilerini yoldaşlarıyla birlikte sulara gömdü.
Ve rüzgârlar,“savaş nedir bilmeyen”Fayakların adasına çırılçıplak savurdu Odisseus’u.
Kral Odisseus’un gerçek kimliğini bilmedikeri halde oranın kralı Alkinoos ve kızı prenses Nausika’, onu saraylarına buyur ettiler. Birkaç gün ağırladılar...
Ayrılacağı akşam, savaş yorgunu Odisseus; oranın yöneticilerine, savaşın yağdırdığı acıları ve kırımlarıanlatıyordudinlene dinlene...
SAVAŞ TUTSAKLARI, MAL OLARAK SATILIYORDU!
Fayakların yöneticileri, acılı Odisseus’un sözünü ettiği savaşın getirdiği kötülükleri şaşkınlıkla dinliyorlardı... Örneğin savaş sırasında devşirilen insanların bir mal gibi alınıp satılmasını, insanın insana köle olmasını anlayamıyorlardı!.. Bu bir masal mı, yoksa bir gerçek miydi? Böylesi söylentileri daha önce ülkelerine gelen bazı yabancılardan da duymuşlar, pek inanmamışlardı! Odisseus, bu konuyu anlattı biraz... Sonra yorgunluktan susunca; herkes öylece, dilini yutmuşçasına bir sessizliğe bürünüverdi... Bir büyü sarmış gibiydi ortalığı!.. Ve neden sonra Fayakların kralı ulu gönüllü Alkinoos, Odisseus’a övgüler yağdırdıktan sonra; “Halkımızın birikimlerinden birazını sevgili konuğumuza sunmak istedik,” diye konuşmasına başladı.
HALKINA KAVUŞTURACAK BİR GEMİ HAZIRLADIK...
“O yüzden armağanları sandıklara yerleştirdik. İşlenmiş altın, giysiler, kumaşlar, çeşitli yiyecekler... Gene konuğumuzu ülkesine ve halkına sağ-salim kavuşturacak tam donanımlı ve tanrıların öfkelerine kulak asmayan bir gemi ve usta kürekçileri de hazır ettik... Hepsi limanda bekliyor... Şimdi hepimiz dağılalım ve yarın sabah sahilde toplanıp konuğumuzu ağırlayalım; istediği zaman da onu yolcu edelim!..”
Bu sözlerini alkışlarla karşıladı yöneticiler. Sonra da herkes uyumak üzere evlerine dağıldı...
Ertesi sabah Fayak yöneticileri ve halkın ileri gelenleri, konukları Odisseus için hazırlanan gemiye yakın meydanda toplandılar... Kral Alkinoos, karısı Arete ve güzel kızları Nausikaa da haliyle oradaydı... Zaten prenses Nausikaa, ilk gördüğünden beri, nice bastırmak istese de, gene de gitgide artan bir tutkuyla, gizliden gizliye vurulmuştu Odisseus’a ve onun yakında ayrılacağını düşündükçe de,dile gelmez bir hüzün dalgası sarıyordu yüreğini...
BARIŞ YÜKLÜ DOSTLUK EN BÜYÜK ARMAĞANDI!..
Gerçekten de ertesi gün, şölenler düzenlendi Odisseus onuruna ve tanrılara geleneksel armağanlar sunuldu..
Günbatımına doğru da Odisseus, kendisine bunca yakınlık gösteren ve içi çok değerli armağanlarla dolu özel bir gemi hazırlatan halka ve bu güzel halkın yöneticilerine ne diyeceğini bilemiyordu. Üstelik en değerli armağan da, Fayaklar halkının barış yüklü dostluğu ve o dile gelmez kardeşlik duygularıydı. Oysa yıllardır savaştığı Troya’dan, ona yalnızca savaşın o dile gelmez acıları kalmıştı...
Fayaklar halkına ve yöneticilerine, dilinden dökülebilen birkaç sözcükle teşekkür etti Odisseus... Bu arada kendisini yaşlı gözlerle dinleyen prenses Nausikaa’ya gözü ilişince de, daha fazla sürdüremedi konuşmasını!.. Herkese veda ettikten sonra, tayfalar, onu büyük bir özenle kolundan tutup gemiye götürdüler. Odisseus bir süre gemiyi gözden geçirdi. Bu güzel gemi; kanlı mal ve ziynetlerle, devşirilen gözü yaşlı kölelerle değil; Fayaklar halkının ona gönülden sunduğu barış ve sevgi armağanlarıyla, onu sağ salim ailesine ve halkına ulaştıracak kürekçilerle yüklüydü...
Birden geçmiş yıllarından bazı kesitler üşüşmeye başladı yorgun Odisseus’un yüreğine. Tam yirmi yıl olmuştu güzel karısı Penelopeya’dan, oğlu Telemahos’tan ve de çok sevdiği halkından ayrılalı!.. Karısı ne yapıyordu acaba onsuz? Belki de kocası öldü diye, birsürü arsız fırsatçı, onunla evlenmek için kuyruğa girmişti!.. Zaten bu acı düşüncelerle yatıp kalkmıştı yıllardır... Gerçekte bu ilençli savaşa, kral olmasına karşın zorla katılmıştı Odisseus...
TOPRAĞA TUZ EKMİŞTİ ODİSSEUS!..
Hatta savaşa katılması için Başkral Agamemnon’un gönderdiği elçilere, deli numarası bile yapmıştı!.. Tarlasını sürmüş, tuz ekmişti!.. Bunun üzerine Odisseus’u şaşkınlıkla izleyen elçiler; o sırada daha bebek olan oğlu Telemahos’u, çift süren öküzlerin önüne koymuşlardı! Odisseus da hemen bebeğini kapıp kucağına almıştı!.. Haliyle elçiler onun deli numarası yaptığını hemen anlayıvermişlerdi!..
Savaş sırasında da ne çok acılarla içi dışlı olmuştu kral Odisseus! Nice delikanlılar, gerçek savaş nedenini bile bilmeden habire yıkılıp yıkılıp gitmişlerdi... Hepsi de sözde Troya’ya kaçırılan güzel Helena’nın namusunu temizlemek için savaştıklarını sanıyorlardı... Tıpkı binyıllar süresince bütün halkların da öyle sanacağı gibi!..
Odisseus, gemi kalktıktan sonra bütün bunları kırık dökük gözlerinin önünden geçirirken, yirmi yıldır çektiği o inanılmaz savaş yorgunluğu içinde, uyuyakaldı... Gemi de şahlanmış bir at gibi coşuyor, önündeki suları habire köpük yüklü bembeyaz dumanlara dönüştürüyordu... Ve Odisseus uyanmasın diye de,hiç sallanmıyordu!
Sabaha doğru şafak tanrıçası Eos erkenden uyanmış; yeri göğü maviye, yeşile, safran sarısına boyamaya başlamıştı... O sıralarda da o Fayaklar denen güzel halkın barış gemisi, ülkesi İtake adası yakınlarına usulca ulaştırmıştı Odisseus’u...
Evrensel'i Takip Et