27 Temmuz 2014

Savaşın götürdüklerini anlattı çoban

Denizler tanrısı Poseydon; Troya savaşı sonrası ülkesine dönerken, yasakladığı bölgelere giren ve tek gözlü oğlunu kör eden kral Odisseus’un bütün gemilerini batırdı ve onu, savaş nedir bilmeyen Fayakların adasına, çırılçıplak savurup attı...

TANRIÇA ATENA ONA YOLDAŞLIK EDİYORDU...

Tanrıça Atena da, her zaman olduğu gibi, hep aklını kullandığı için çok sevdiği Odisseus’un yardımına koştu hemen. Ve onu savaş nedir bilmeyen Fayaklar halkının yardımıyla, ülkesi İtake adasına ulaştırdı. Tanrıça Atena; Troya’da savaşırken ülkesini asalak eşkıyaların nasıl sardığını anlattı Odisseus’a. Olup bitenleri Atena’nın ağzından ayrıntılarıyla dinledikten sonra yorgun Odisseus; yanında duran o kocaman kayayı söküp gökyüzüne fırlatmak ve böylece koparacağı gürültüyle, bunca sömürü içinde hâlâ uyuyan bütün Akdenizli halkları  uyandırmak istedi!
Ama Atena; “Acele etme!” dedi gülümseyerek. “Senin neler yapman gerektiğini bir bir söyleyeceğim... Kimseler tanıyamasın diye o düzgün derini buruş buruş yapacağım ilkin! Ondan sonra da seni, emektar çobanın Eumayos’un kulübesine ulaştıracağım. Eumayos; hem senin, hem bütün halkın ocağına çöreklenmiş o asalak haydutların girdisini çıktısını anlatacak sana...”
Tanrıça Atena’nın hemen yaşlı bir dilenciye dönüştürdüğü Odisseus; sadık çobanı Eumayos’un kulübesine ulaştı...

ODİSSEUS ÇOBAN DOSTUNA KAVUŞTU...

Çoban Eumayos, yaşlı dilenci kılığındaki yabancıyı sevecenlikle buyur etti kulübesine. Hem konuşuyor, hem de konuğunun karnını doyurmak için sağa sola koşuşuyordu. Bir ara kilden bir testiyi kaptığı gibi dışarı çıktı kulübesinden. Kılık değiştirmiş yorgun kral Odisseus da, ülkesinde ve konağında olup bitenler konusunda bir şeyler duymak istiyordu kadim çobanı Eumayos’tan... Ama kendisinin Odisseus olduğunun anlaşılmasını da kesinlikle istemiyordu...
Bir süre sonra Eumayos, çoban çeşmesinden doldurduğu testiyle geldi.. “Çok açsındır ihtiyar, biliyorum. Yeğenim bir koyun kesti dışarıda. Yemek hazırlıyor. Ama fazla beklemeyiz... Ya işte böyle, ben de iyice çöktüm artık... Yıllar değil de, beki duymuşsundur, efendim kral Odisseus’un başına gelenler çökertti beni!.. Ah, şimdi buralarda olsaydı!.. Çalıştığımın karşılığını fazlasıyla verirdi bana... Yalnız benim değil, sürülerine, tarlalarına bakan bütün çalışanların hakkını bol bol verirdi...”

ÇOBAN TANIMADIĞI PERİŞAN KONUĞUNU AĞIRLADI...

Sevimli Eumayos, böyle kırık dökük  konuşurken, daldan dala atlıyor; adını anmadan efendisi Odisseus ve ülkesini soyan eşkıyalar konusunda bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. O sırada çobanın yeğeni, kızarmış etlerle dolu bir siniyle girdi içeri... Hemen yemeğe başladılar... Eumayos konuğunun önündeki tası soğuk suyla doldurduktan sonra; “Eh, etlerimiz pek yağlı değil ama” diye söze başladı. “Artık kusuruma bakmazsın, ihtiyar konuğum. Hani demin anlatıyordum ya, ülkemiz öyle masal ülkesi gibiydi. Efendim kimseyi kimseye ezdirtmezdi. İnsanlarımızın da öyle başkalarının malına-ırzına göz dikme gibi bir geleneği yoktu. Zaten efendim böyle şeylere hiç izin verir miydi? Ama bazı ülkelerde böyle şeyler olduğunu kulaktan duyardık... İşte bütün  kötülükler, savaş denen o afetten sonra gelip bizim ülkemize de çöreklendi! Adı Agamemnon mu ne, o doymaz kralın adamlarının yirmi yıl filan önce gelip Efendimi alıp götürmeleriyle başladı her şey... Ben Efendimin hanımından duydumdu: Güzeller güzeli Helena diye bir kadıncağız varmış... Troyalı prens onu sözde zorla kaçırmış! Sonra da  o Agamemnon denen kralın adamları, Helena’nın namusunu temizlemek için Efendimi deniz ötelerine alıp götürdüler! Gidiş o gidiş!..” Burada biraz soluklandı çoban Eumayos. “Helena’nın namusu için” diye yeniden söze başladı, “Nice yiğitler devrilip devrilip gittiler. Bunun neresi namus savaşı? Bir prens bir kraliçeyi nasıl zorla kaçırabilir?!.. Helena’nın gönlü çekmiş, onunla kaçmış. Kime ne bundan? O arsız kral bu bahaneyle Troya’dan altın, köle gibi ganimetler toplayacaktı! Benim efendim böyle kanlı ganimetleri istemezdi... Her neyse, gitti işte o uzak ülkeye!... Kesinlikle dönecek diye de gözüm hep yollarda. Ama öldüğü söyleniyor...

HEMEN ÇOBANINA SARILIP ÖPMEK İSTEDİ....

İşte onun öldüğünü duyan bir avuç eşkıya, halkımızın varını yoğunu yiyip içmeye başladılar. Kalkıp Efendimin konağına da yerleştiler! Ben burada beslediğim yağlı domuzların, koyunların en iyilerini hep onlara götürüyorum. Hem de her gün ikişer tane! Diğer komşu çobanlar da öyle. Bu soyguncu haydutların amacı artık anlaşıldı: Ürettiklerimizi, kıyıda köşede biriktirdiklerimizi ha bire yiyip içecekler... Şimdi de efendim Odisseus’un sözde dul hanımını yataklarına almak istiyorlar! Geceleri şarapları çekip çekip naralar atıyorlar! Bıyığı yeni terleyen oğlu Telemahos da bunlara dayanamayıp babasını deniz ötelerinde aramaya gitti... Neyse ihtiyar konuğum, benim anlattıklarıma bakma sen... Rahat rahat yemene bak!”
Eumayos, bir tas şarap doldurup sundu dilenci kılığındaki ihtiyar konuğuna... Kral Odisseus bir dikişte boşalttı tası... Sonra da hemen  yerinden fırlayıp o güzel gönüllü çobanını şapur şupur öpmek geçti içinden. Ama bunu yapamazdı. Zar zor kendini tutup uzun uzun yüzüne baktı üzgün çoban Eumayos’un... Eumayos da susup uzun uzun, yaşlı gözlerle baktı ona...
O eski güzel günlere dönebilmek için bir şeyler yapmak gerektiğini düşünüyordu ikisi de.
Üstelik hemen!..

Evrensel'i Takip Et