Toplumsal gelişmeler ve yakın doğu
Bilim ve inanç düzlemlerinde evrim ve insanlaşma farklı şekilde algılanır ve değerlendirilir. Günlük yaşamdaki tartışma ve çatışmaların çoğu bu farklılıkla ilintilidir denebilir. Kapitalist ilişkilerin gelişmesiyle birlikte bu çatışmalar yer yer savaşlara dönüşür. Emperyalistlerin çıkarları uğruna tüm süreçlere müdahale edilir ve bunlar tarih ya da gelişme diye yutturulur. Bu çerçevede Yakın Doğu’ya baktığımızda kan, gözyaşı ve yıkım görürüz.
Bilimsel olanla inanç düzlemine ait olanların karşı karşıya getirilip çatıştırılması andığımız sistemin büyük planlarının bir parçasıdır genellikle. Şüphe duyma, sorgulama ve analiz etmeye dayanan bilimle özünde dogmatik olan dinsel inançlar gelişmiş diye ifade edilen ülkelerde çatışmadan ziyade toplumların sağlıklı gelişmesi için kendi düzlemlerinde çalışır. Oysa gelişmekte olan diye ifade edilen fakat aslında geri bıraktırılmış ülkelerde düzlemler karışık olup sürekli bir bunalım hali ve savaş söz konusudur.
On yıllarla anlatılan savaş dönemlerini atlatan bu gelişmiş ülkelerde çözüm olarak toplumun refah ve mutluluğunu esas alan bir görüş birliğine varıldı ve kilisenin sınırları ile devletin sınırları kesin şekilde ayrıldı. Bu durum laiklik diye ifade edildi. Laik ve burjuva demokratik rejimlerin çeşitli biçimleri söz konusu oldu böylelikle. Özgürlük olmadan eşitliğin de olamayacağı anlaşılınca özgürlük alanları alabildiğince genişletildi.
Anılan süreç elbette düz bir yol izlemedi. Zamansal olarak epey de uzun sürdü. Bu sürecin son aşamalarında iki tane büyük paylaşım savaşı yaşandı. Söz konusu ülkelerin çoğu yıkılıp yeniden inşa edildi. Büyük bir açlık, yokluk ve yoksulluk dönemi yaşandı. Bu zorluklardan gerekli dersleri alan bilim ve din düzlemindeki öncüler gelişmişliği bu şekilde yakalamış oldular. Bilim ve teknolojide büyük atılımlar yapıp bu güne geldiler.
Yakın Doğu’nun bir parçası olarak Türkiye’ye baktığımızda ilginç sonuçlar görürüz. Komşularımızdaki gelişme ve değişmeler de farklı olmakla birlikte ana eksende paralellikler söz konusudur. 13. yüzyıla kadar bilim ve din alanındaki öncüller çatışma yerine toplumun sorunlarına birlikte çözüm üretmeye çalıştığından önemli keşifler ve icatlar yapılmıştır. Emperyalist devletlerin bölgeyi çıkar alanı olarak görmesiyle birlikte din alanında büyük bir siyasallaşma yaşanmıştır. Bu aşamadan sonra dışarıdan müdahaleler ve büyük planların bir parçası olma durumu neredeyse kaçınılmaz hale gelmiştir.
Gerek Türkiye’de ve gerekse Yakın Doğu’daki ülkelerde özgürlüklerden korkan, kırılgan ve her anlamda dışarıya bağlı ‘rejim’ler söz konusudur. Her toplumsal hareketlilik ya da gelişme var olan rejimlerin geleceği için tehlike şeklinde algılandığından laiklik ve demokrasi konusunda aşılması gereken büyük sorunlar yaşanmaktadır. Türkiye’de son 30 yıllık savaşı, bugün Rojava ve Gazze’deki savaşı, bu çerçevede anlamaya çalışmak durumundayız. Sınıfların mücadelesiyle özetlenen toplumsal gelişme sanki din ya da inanç savaşıymış gibi yutturularak emperyalizmin bölgesel çıkarları perdelenmektedir.
Hal böyle olunca toplumsal öncüllerin rolünü oynaması olanaksız hale getirilmektedir. Bağışıklık sistemi felç edilen bir hastaya dönüştürülen toplum azar azar verilen ‘serum’la yaşamaya mecbur edilmiş durumdadır. Bu anlamda kırılma noktası olabilecek cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yaşananları düşündüğümüzde içine düşürüldüğümüz vahim durum daha iyi anlaşılmaktadır. İlkesizlik, amaçsızlık ve güçsüzlüğün bir sonucu olarak kolayca savrulan, kırılan ve yenilen bir toplumsal yapının bu kritik seçimi bir sıçramaya dönüştürmesi çok zor gözükmektedir.
Evrensel'i Takip Et