10 Ağustos 2014

Odisseus, ‘çileli’ anlamına geliyordu

Kral Odisseus, katıldığı Troya savaşından tam yirmi yıl sonra dönebildi yurduna. Kimliğini saklamak amacıyla yaşlı bir dilenci kılığına büründü. Çünkü karısı kraliçe Penelopeya’yla evlenebilmek ve halkı sömürmek için sarayını dolduran yüzsüz damat adaylarını temizlemesi gerekiyordu. Kendisinin Kral Odisseus olduğunu yalnızca oğlu yeniyetme Telemahos biliyordu. Ve Telemahos, babasını bir yoksul bir konuk olarak tanıttı sarayda. Ne var ki aynı gün, saraydaki asalaklardan biri, kafasına fırlattığı bir kemik parçasıyla Odisseus’u yaraladı. Kraliçe Penelopeya olaya çok üzüldü ve dilenci kılığındaki konuğu, kendi odasında ağırladı; ondan özürler diledi.

DİLENCİ KILIĞINDAKİ KOCASIYLA KONUŞUYOR

Uzun süre onunla dertleşti. Bu arada  Odisseus’u iyi tanıdığını söyleyen dilenci kılığındaki konuk, yakında döneceği muştusunu verdi Odisseus’un! Haliyle bu habere çok sevinen kraliçe Penelopeya; yaşlı ve perişan konuğunu yıkayıp yatırması için, bir zamanlar Odisseus’un sütanası olan Eurikleya Nine’yi çağırdı yanına. “Bu yaşlı konuğumuz, senin çok sevdiğin Odisseus’un akranı ve onu tanıyor!”dedi  Penelopeya.
Eurikleya Nine, uzun uzun baktı dilenci kılığındaki Odisseus’a: İçinde aniden bir pencere açılıp, çok serin bir rüzgara kapılmış gibi ürperdi; elleriyle yüzünü örttü.... Sonra kendini toparlayıp; “Haydi çileli konuğumuz,” dedi Eurikleya Nine, “Sen bana kendin gibi çileli Odisseus’umu anımsattın. O da senin gibi, böyle ülkeden ülkeye savrulup duruyordur şimdi. Konakladığı yerlerde buradaki gibi azgın, yüzsüz adamlar vardır. Hani utanma nedir bilmezler. Seni, beni insandan bile saymazlar!.. Ah, benim Odisseus efendim, bu asalak sürüsündekilerden hiçbirine benzemezdi!.. Zaten hep aramızdaydı. Bir kral olmasına karşın, tarlalarını sürer, sürülerine bakardı. Elindeki krallık asasını Baştanrı Zeus verdi diye, halkın sırtına binmezdi. On yıllar önce istemeye istemeye bir gitti Troya’ya, bir daha da dönemedi! Buradaki yüzsüz köpekler, demir tokmakla senin canını yaktıkları gibi, onun da canını yakıyorlardır... Neyse yavrum, hep bunları düşünüyorum yıllardır. Sen bir an önce git de, şu karşıda soyun. Seni bir güzel yıkayıp dinlendireyim.”

ODISSEUS AYAĞINDAKİ YARAYI ANIMSADI...

Dilenci kılığındaki Odisseus; yırtık pırtık giysilerini çıkarınca, ayağındaki eski yara izinin farkına vardı hemen... Eurikleya Ninesi bunu görünce onun Odisseus olduğunu anlamayacak mıydı? Odisseus, birden yıllar öncesi duyduklarını anımsadı... Kendisi daha çok küçükken, dedesi onu görmeye gelmiş uzak bir kentten. Şimdi onu yıkamak isteyen bu sütannesi Eurikleya Nine, onu kucağına alıp dedesine gösterirken; “Bu bebeğe siz bir ad verin,” demiş. Dedesi de hiç düşünmeden; “Bakın, ben nice çileleri aştıktan sonra şimdiki durumuma ulaşabildim. Kimselerin hakkını yemeden, üstelik yedirmeden yaşamımı kurdum. Bu torunum da büyüdüğünde kral olacak, ama hep çileler çekerekten, bütün zorlukları yenecek. Bu zor ve çileli yolu, yalnız kendi halkı için değil, bütün Akdenizli halklar için seçecek... Onların birbirleriyle vuruşmaları yerine, güzel güzel yaşamaları için bu çileli yolu seçecek. Adı tarih boyunca hiç unutulmayacak. O yüzden ona “Odisseus”  adını veriyorum!” demiş. Odisseus adı da, zaten “çileli” anlamına geliyordu!..

BİR YABAN DOMUZU ONU YARALAMIŞTI!

Dedesi bir süre sonra ayrılırken; “Büyüdüğü zaman onu benim yanıma getirin. Ona armağanlar vereceğim!” demiş. Gerçekten de biraz büyüdüğünde, Odisseus’u dedesinin Parnasos’taki konağına götürdüler. Oradaki gençler, düzenledikleri bir av yarışına giderlerken, eğlensin diye Odisseus’u da yanlarına aldılar. Ne var ki yolları üstünde karşılaştıkları bir yabandomuzu çok ürkmüş, savunma güdüsüyle Odisseus’un bacağını dişlemişti. Dişlediği yerden de bir avuç kadar et parçası koparmıştı!..

TANRIÇA ATENA, TANRI HERMES VE POSEYDON

Bütün bunları Eurikleya Nine zaman zaman anlatırdı ona; yer yer gülerekten, yer yer gözyaşları dökerekten...
Odisseus bunları düşünürken, sütanası Eurikleya Nine, elinde pırıl pırıl ışıldayan bir leğenle döndü odaya. Leğene biraz soğuk su, biraz ılık su koydu. Yaşlı dilenci görünümündeki Odisseus’u yanına çağırdı. O da gelip leğenin yanına oturdu. “Biliyor musun yaşlı konuğum,” diye söze başladı Eurikleya Nine. “Seni yıkayacağım için, içimde pek çözemediğim bir sevinç dalgası gibi birşey var. Demin su almak için dışarı çıkarken, arkadan bedenine baktım biraz. Benim sütanalığını yaptığım kral Odisseus’a ne kadar da çok benziyorsun!.. Bakışların da onun aynısı!.. Doğrusu bunları duyumsayınca içim içime sığmıyor...”

SEVİNÇTEN HAVALARA UÇTU SÜTANNESİ!

Eurikleya Nine bunları söyledikten sonra Odisseus’un bacağını eline alıp havaya kaldırdı. Birden o eski domuz yarasının izini gördü. Görür görmez de ayağını bırakıverdi elinden! Ayak büyük bir şangırtıyla düştü leğenin içine. Sular serpildi sağa sola; “Ah, benim efendim, çileli yavrum!”diye inledi sütanası Eurıkleya. “Benim zaten içime doğmuştu senin Odisseus olduğun!.. Ah yavrum, sevgili çilekeş çocuğum benim!”
Böyle böyle söylenerekten ayakları üstünde, zorlanarak da olsa doğruldu Eurikleya Nine. O anda kraliçe Penolepeya’ya çığlık çığlığa duyurmak istedi bu büyük muştuyu...
Ne var ki apar topar gelen tanrıça Atena da, Eurikleya Nine’nin çığlığını boğdu ve  aynı anda, hiç sezdirmeden, hemen dışarı çıkma dürtüsü koydu kraliçe Penelopeya’nın içine...
Penelopeya hiçbir şey duymadan, hemen odadan ayrıldı...

Evrensel'i Takip Et