Barış için daha çok mücadele!
Son 20-25 yılda, belki de son yarım yüzyıl içinde, 1 Eylül Dünya Barış Günü’yle ilgili yazı yazanların pek çoğu, “Bugün barış mücadelesi geçmiş yıllara göre çok daha fazla önem kazanmıştır” diye yazmıştır. Ben de bu köşeden ya da başka yazılarımda defalarca aynı cümleyi yinelemişimdir.
Ama bu yineleme boşuna yapılmış bir yineleme değildir. Çünkü dünya halkları, dünyayı yöneten emperyalist güçler ve birer birer ülkelerin gerici yöneticileri tarafından her yıl önceki yılları artacak biçimde bir kargaşaya, iç ve dış güçlerin karıştığı çatışmaların içine çekilmektedir.
Sadece geçtiğimiz bir yılda bile; örneğin Türkiye’nin yakın çevresi içinde bir barış mücadelesiyle sıcak ilişkisi olan “Suriye iç savaşı”, “ Rojava’nın savunulması” ile Türkiye’nin “Kürt sorunu üstünden barış müzakerelerinin ilerletilmesi için bir barış mücadelesi” vardır. Bugün aradan sadece bir yıl geçmişken, Irak’ta iç savaş, IŞİD’in Suriye ve Irak’ın önemli bir büyüklükteki toprakları üstünde şeriat devleti kurulması ve bölgede giriştiği vahşi katliamlar, Ukrayna’nın iç savaşa ve bölünmeye doğru sürüklenmesi gündemin ön sırasına tırmanması barış mücadelesinin sıcak gündemine eklenmiştir.
Bu gelişmeler bölgeye emperyalist müdahaleleri derinleştirip ABD ve Rusya’nın başında olduğu kampların kriz bölgelerine müdahalesini çok yönlü (ekonomik, diplomatik, askeri) biçimde artırırken, mezhep çatışmasının yaygınlaşacağı bir zemini de güçlendirmiş, bölgedeki şeriatçı odakların ve bölge ülkelerini yöneten gerici güçlerin de aktivitesini artırmıştır.
Ve elbette bu önemli gelişmeler tüm bölgede barış talebinin daha da yükselmesinin gereğini ortaya koymuş; Lübnan, Ürdün, Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan, Yemen… gibi ülkelerde de yakın gelecekte doğrudan çatışmaların eşiğine gelmesine yol açan etkenleri tetiklemiş bulunmaktadır.
Ancak Türkiye’nin bölgedeki konumu ve AKP Hükümetinin bölgedeki en gerici güçlerle ilişkileri ve bölgedeki kaosta, iç çatışmalarda oynadığı rol dikkate alındığında, bugün Türkiye’nin barış ve demokrasi güçlerinin görevlerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Kürt sorununun demokratik çözümü için sürdürülen barış süreci müzakerelerinin ilerletilmesi için Hükümetin bu görüşmeleri savsaklayan ve Kürt siyasi güçlerinin meşru taraf olarak görülmesi ve Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkını benimseyen bir çizgiye yönelmemekte ısrar eden tutumuna karşı mücadele son derece önemlidir. Ki bu mücadele şimdi IŞİD’e karşı mücadele, Rojava’nın savunulması, bütün bölgede Kürt sorununun çözümü için mücadele ile birleşmiştir.
2- Hükümetin “yeni Osmanlıcı” amaçları doğrultusunda bölge ülkelerine müdahalesine, bu ülkelerde mezhep çatışmalarını kışkırtan ve şeriatçı, “Cihatçı” örgütlerle iş birliğine son verilmesi için mücadele, bugün bölgedeki somut barış mücadelesinin bir dayanağı olarak biçimlenmiştir.
3- Bölgeye emperyalist müdahalenin, bölge gericiliğinin uygulamaları ve AKP Hükümetinin de katkısıyla bölgede oluşan, milyonlarca yoksul Arap, Kürt, Türkmen, Ermeni, Êzidi,… Sünni, Şii… her milliyet ve mezhepten halkı evinden, yurdundan eden göçmen dalgası Türkiye’yi de kapsamıştır. AKP Hükümeti, göç dalgasını Esad rejimini devirmek için kullanmıştır. Ve bugün 200 bini kamplarda olmak üzere bir buçuk milyona yakın göçmen Türkiye’dedir. Antep, İstanbul, Ankara, Urfa, Mardin… gibi illerde yüz binlerce göçmen açlık, yoksulluk, her tür hastalığa açık, her tür yardım ve imkandan yoksun olarak yaşama mücadelesi vermektedir. Şimdi bu yokluklara şoven milliyetçi odaklarla kontra güçlerin organize ettiği saldırılar da eklenmiştir. Dolayısıyla şovenizme, milliyetçiliğe ve mezhepçiliğe karşı mücadele, bugün barış ve bölge halklarının kardeşleşmesi için mücadele yeni ve ertelenemez bir görev olarak barış mücadelesinin bir alanı olarak gelişmektedir. Antepli demokrasi güçlerinin “Suriyeli mülteciler kardeşimizdir; Kardeşime dokunma!” etkinlikleri, bir yandan işçi enternasyonalizmi öte yandan barış mücadelesine yeni bir boyut kazandırma doğrultusundaki girişimler, örnektir ve yaygınlaştırılıp geliştirilmesi gereken girişimlerdir.
Kısacası bugün barış mücadelesi her zamankinden daha da önem kazanmış bir mücadeledir. Bu mücadelenin merkezinde de AKP Hükümetinin arkasındaki egemen güçlerin bölge ve ülke çapındaki ekonomik ve siyasi amaçları vardır. Bu yüzden de barış mücadelesi soyut genel olarak emperyalizme ve gericiliklere karşı mücadele ötesinde doğrudan Hükümetin halklar arasındaki kavgayı, boğazlaşmayı kışkırtan politikalarına karşı mücadeledir.
2014 1 Eylül Dünya Barış Günü etkinlikleri bu görevlerimizin öne çıkarılması konusunda uyarıcı olduğu ölçüde anlamlı olacaktır.
Çünkü barış kendiliğinden gelemez; ancak barış güçleri, barış için çok yönlü bir mücadele verebilirse elde edilebilecek bir kazanımdır.
Evrensel'i Takip Et