18 Eylül 2014

Gericiliğe ve sosyal şovenizme karşı halkların birliği ve enternasyonalist dayanışma

Bölgemizde devam etmekte olan savaş, Türkiye’yi daha doğrudan kapsayarak bölgesel savaşın açık sahnesi haline getirir mi? Bu soruya kesin bir yanıt vermek henüz mümkün değil.  Ancak izlenen devlet-hükümet politikaları bu tehdide açıktır. Erdoğan yönetimindeki devlet üst “ricali”nin izlediği politika, Türkiye’yi, Suriye ve Irak’ta süren savaşın cephe gerisi ve örtülü sürdürücülerinden biri haline, zaten getirmiştir. Şimdi, ABD ‘komutasında’ki askeri ‘koalisyon’un aktif unsurlarından biri olup olmayacağı biraz ‘bulanık’ görünmekle birlikte; Amerikan bakan ve sefirlerinin yoğun trafiği ve yine Amerikan yöneticilerinin “Türkiye’nin nazik durumu” üzerine “hoşgörülü” açıklamalarına eşlik eden “ittifak mecburiyetleri” tehditleriyle Amerikan basınında birbiri ardına yayımlanan hizaya getirici makaleler ve IŞİD cellat sürüsüne Türk yönetiminin desteğini sergileyen belgesel açıklamalarla aktif katılıma doğru yol alınıyor. Erdoğan’ın Suriye ve Irak topraklarında “tampon bölge kurulabileceği” yönündeki açıklamaları, bu yöndeki ilerlemeye işaret sayılabilir. 

Sultan ve palyaçoları hükümetini “ikircikli”ğe iten bazı sorunlar var. Propaganda edildiği gibi “rehin diplomatlar” sorunu, yüklenilen öneme sahip değil. O iş, kelle avcılarıyla onları finanse ve koordine edenlerin entrikalarıyla örülü karşılıklı bir rehin tutmaya ayarlı. Erdoğan-Davutoğlu Hükümeti ve partisi IŞİD’in ‘dünya görüşü’nden uzakta değil, aksine aynı zemin üzerinden filiz vermiş dalları oluşturuyorlar. IŞİD’e karşı, “savaşçılar” kutsaması ötesinde, retçi bir açıklamaya bugüne kadar kimse tanık olmadı. Antep-Hatay’dan Konya ve İstanbul’a, çetelerin koordinasyonu ve Suriye’ye cihada gönderilmesindeki devlet-hükümet sorumluluğu cümle aleme ayan olmuştur. Suriye’yi bir an önce düşürmek için ABD’ni fiili müdahaleye çağırmakla kalmayan, onu buna kışkırtan provokasyonlara da başvuran AKP yönetimi şimdi, Müslüman kesip cami uçuran Müslüman’a karşı savaşan Müslüman olma gibi bir sorunla karşı karşıya! ‘Tereddüt’ün diğer önemli etkeni ise Kürtlerin, özellikle de Türkiye Kürtlerinin bölge düzeyinde ve direnişle sağladıkları ve güçlendirmeleri ihtimalinin giderek arttığı konumlarına, dolaylı da olsa destek verme durumuna düşmüş görünmektir. AKP Hükümeti ve Erdoğan özellikle de Rojava’da oluşturulan özerk yönetim ve IŞİD’li barbarlar ordusuna karşı kurulmuş olan direniş hattının güç ve meşruiyet kazanmasından korkmaktadır. Buna rağmen gelişmeler, Türkiye dahil bölge ülkeleri ve Batılı emperyalistlerin daha aktif ve doğrudan müdahaleleriyle bölge halkları başta olmak üzere dünya emekçileri aleyhine olacak bir doğrultuya işaret ediyor.  

Bu gelişmelerin oluşturduğu tehdit, özellikle de bölgemiz ve ülkemiz halkları yönünden daha belirgindir. Amaç ve hedefler farklı olmasına karşın, Ortadoğu’da etki mücadelesi yürüten, enerji başta olmak üzere hammadde kaynaklarını denetimde tutmak isteyen tüm irili-ufaklı güçler Suriye ve Irak’taki savaşın tarafları durumuna gelmişlerdir. Bin bir “tilki”nin, “panter” ve çakalın kuyruk salladığı topraklarda oluşan-oluşturulan bu kaos ortamında ve aktüel konjönktürel koşullarda kurtuluş mücadelesi yürütenlerle emperyalist haydut sürülerinin yan yana durduğu bir görüntü de oluşmuştur. IŞİD adlı katliam mangalarına karşı yaşam mücadelesi verenlerle, onları varedip kullananların yine onlar üzerinden bölgedeki güç ve etkilerini artırma hamleleri  arasındaki farkın bulanıklaşması zor değildir. Burjuva emperyalist ideoloji ve sosyal şövenizmin etkisini artırması için zemin daha da uygun hale gelmiştir. Sadece büyük çaplı katliamlara sahne olan dünya savaşlarında değil, yakın zamanlarda Yugoslavya’da yaşandığı üzere, halklar, burjuva şovenizminde ifadesini bulan başkalarına ulusal düşmanlık temelinde birbirine kırdırıldılar. Avrupa’da göçmen emekçilerin varlığını gerekçe edinen yabancı düşmanı şöven ve “yeni” faşist hareketin giderek güç kazandığı, güncel bir durumdur. Şimdi, bizim ülkemizde, giderek belirginlik kazanan bir Suriyeli düşmanlığı akımı gelişmektedir. Türk devlet ve hükümeti, izlediği Suriye politikasıyla bir milyonun üzerindeki Suriyeli’nin Türkiye’ye göç etmesinin sorumlusuyken, sokaklarda aç ve işsiz yığınlar halinde bulunan Suriyelilerin iş ve çalışma sürecine dahil olma yönündeki adımları, onlara karşı şovence öfkenin giderek büyüyüp dışa vurmasına neden olmuştur. Küçük işyerleri açan ya da çeşitli işletmelerde, atölyelerde çok ucuza çalışan Suriyelilere, “ekmeğimizi elimizden alıyorlar, ücretlerimizi düşürüyorlar” gerekçesiyle saldırılar düzenlenip, Türkiye’yi terk etmeleri istenmektedir, vb.

Doğru ve ayırt edeci tutum ve enternasyonalist yaklaşım şimdi daha da önem kazanmıştır. Ulusal kurtuluş ve özgürce yaşamak için yürütülen mücadele ile kapitalist çıkar ve etki savaşları ve onların ürünü şoven burjuva politikası  arasındaki ayrım nettir ve bunu halk kitleleri içinde yaygınlaştırmak “özgür ve eşit haklara sahip olarak birarada ve kardeşçe yaşama”nın koşulları arasındadır. Bu anlayış çünkü kitlelere mal oldukça , emperyalistlere ve onların her türden işbirlikçileri ve karanlık kuklalarına karşı kurtuluşçu bir maddi güç halinde değiştirici olacaktır. IŞİD’li, Nusralı, Kaideli barbarların ve onların “ülküdaşları”nın savaşına da, onları çıkarları için inşa edip kullananların belirli süreçte çatışma içine girip, başka halkların yaşamlarına müdahalenin gerekçesi edinerek yürüttükleri gerici ve ilhakçı politikalara da karşı çıkarken, işçi ve emekçilerin ülke ve bölge düzeyindeki dayanışmasını güçlendiren, şoven milliyetçi zehrin yayılarak etkisini artırmasını önleyen, aydınlatıcı, birleştirici ve ama aynı zamanda karanlık ve emperyalist barbarlığa karşı mücadeleyi güçlendiren bir hatta yürümek kesin gerekliliktir. Söz, eylemin gücüyle birleşmelidir!

Evrensel'i Takip Et