Jüri toplumu
Geçen hafta futbolun maddi değerinin yok olduğunu tartışmıştım bu köşede. Her şeyi babalar gibi satabilen iktidar nasıl olduysa futbolu satılamaz hale getirdi. Kapitalizme karşı olduğundan, futbolu satmak istemediği için değil; satın alanları bile tayin etme egosundan ötürü. Tribünleri kendi tasarlamak istiyor. Adeta Adnan Oktar’ın canlı yayında sevgiyle karşıladığı kadın program ortakları gibi seyircilerin maçlara gelmesini istiyor iktidar:
- Munis, kedi gibi, şirin. Ağzı var dile bak yahu, bundaki şirinliğe bakar mısın? Muhteşem bir şey…
Maşallah çekip devam edelim. Çünkü iktidarın hayallerindeki seyirciler dışında, futbola dair Maşallah çekilecek bir durum kalmadı. Geçen sene, tam da bu zaman, eylülün ekinoks haftasında Olimpiyat Stadı’nda oynanan Beşiktaş-Galatasaray maçına 76 bin 127 seyirci gelmiş. (Sahi maçın sonunda sahaya girilmesi, tribünde on binlerin muhalif sloganlar atması, 1453 Kartalları gibi konuların üzerinden sadece bir sene mi geçmiş?) Bu sayı anlı şanlı Süper Ligin 2014-2015 sezonundaki ilk hafta seyirci toplamına neredeyse eşit. Hey gidi Yeni Türkiye. Nereye gitti acaba bu kadar taraftar?
Anlayan anladı. Derdimiz e-bilet. Futbola zarar falan vermiyor. Futbolu bitirdi. Seyirciyi tribünden uzaklaştırdı.
Kimse artık bu bürokratların, vekillerin, bakanların akıl hocaları şöyle bir brifing geçtiler sanırım.
“Efendim elektronik bilet uygulaması ülkemizde toplu taşımada ve hava yolu taşımacılığında yaygın olarak kullanılmaktadır. Hizmet sektörünün her iki alanında da başarıyla uygulanan bu sistem hem yolcu memnuniyetini artırmış, hem de hizmet kârlılığında istenen noktaya gelmemizi sağlamış.”
Çünkü kitleleri, yığınları, toplumu ancak böyle analiz ediyorlar.
İnsanlar bize para veriyor mu? Eski sistemde olmayan yeni bir imkan sunuyor muyuz? Daha çok kâr ediyor muyuz?
En büyük şehrin, en önemli meydanının ortasına; Gezi Parkı’na aynı mantıkla alışveriş merkezi yapmaya kalktılar. Kenarına cami, altına otopark, öbür yanına barok opera binası kondurmayı planladılar. Anlamadan dinlemeden. En iyisini kendilerinin bildiğini sanarak.
Sanıyorlar ki, toplumun tümü çevrelerindekiler gibi gününü şükretmekle geçiriyor. Şöyle düşündüklerinden eminim artık.
“Toz toprak içindeki parka en modern mimariyle bina konduracağız yahu bunun nesinden memnun olmazsın?
Gençlerimizin tümüne en son teknolojiyle donatılmış tablet bilgisayar dağıtacağız arkadaş, nasıl olup da minnet duymazsın?
Ülkedeki tüm stadyumlara en modern turnikeleri, en yüksek çözünürlüklü kameraları yerleştiriyoruz. Tam taraftarın istediği gibi.”
Çünkü kendi kibir yüklü seslerinden başkasını dinlemiyorlar. Kent halkının AVM değil park istediğini, öğrencinin derdinin kendisine dayatılan dersler, giyim biçimi, eğitim dili, tek tip düşünen öğretmenler olduğunu anlamıyorlar. Geçen sene sadece Süper Lig maçlarında stadyuma giden 4 milyona yakın taraftar, onlar için, yayıncı kuruluşun 34. dakikada tek bir tuşla sesini kısabildiği bir uğultu. O kadar.
Milyonlarca kişinin sesini çıkarabildiği tek yer olan tribün onlar için bir baş belası. Kadını erkeği, tribün grubu, tezahüratı, marşı, pankartı, sloganıyla olmasın istiyorlar. Onların hayalindeki gibi değilsen, olmaman daha iyi.
Televizyonun dört bir yanını işgal etmiş ya jürili yarışmalar. Sonsuz forsla, sonsuz yetkiyle ihtişamlı bir koltukta oturan jüri üyesi, bugünkü durumumuzu pek güzel simgeliyor. Tüm ülke yaptığını “Sonsuz Güç Koltuğu”nda oturan tek bir kişiye izah edip, ona beğendirme derdinde. Beğenmezse acımıyor. Basıyor düğmeye gidiyorsun.
Evrensel'i Takip Et