Orwell, Defoe ve Alatlı
Sanatçılar ve edebiyatçılar içinde genellikle kurulu düzeni eleştiren, onun insanı ezen ve köleleştiren, insanlıktan çıkaran, trajik sonuçlara yol açan çelişkilerini mahkum eden, insan soyunun onurlu geleceğine güvenen ve inananlar büyük, olağanüstü, deha diye adlandırılırlar ve genellikle muhalif bir pozisyondadırlar. Ama kurulu düzenin sermaye gücüyle, satın almalarla, rüşvetlerle, bunlar da olmazsa, onlar için yaşamı zindan etmekle bu sanatçı ve edebiyatçılara boyun eğdirmeye çalıştığı da çok iyi bilinen gerçeklerdir.
Bugün ülkede bütün bu ilişkilerin daha açık yaşandığı, adeta gözlere sokulduğu bir dönem yaşanmaktadır. Sanatçılardan, edebiyatçılara, onlardan basına ve gazetecilere kadar uzanan bir baskı ve denetim ağı kurulmuş durumdadır. Bu koşullara boyun eğenler ya da gönüllü olarak iktidarın önüne açtığı, açabileceği olanaklardan yararlanmak isteyenler, bugünün güç sahiplerine kul köle olmakta adeta birbirleriyle yarışıyorlar. “Fıtratında” kurulu düzeni, üstelik en gerici ideolojik argümanlarla savunma olanlar ise, hizmetlerinin karşılığını artık fazlasıyla alabileceklerinin coşkusuyla işlerine devam ediyorlar.
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri dağıtıldı. Gazetelere yansıyan haberlere bakılırsa edebiyat alanında “ödülünü” alan Alev Alatlı “Gezi olayları ve benzer sokak eylemlerinde gençleri sokağa dökmek için provokatif tavır takınan yazarları” eleştirmiş ve “Bir kalem darbesi ile atar ergenleri sokağa döken yazarın yaptığı helal değildir” demiş. Alatlı hızını alamamış olacak ki, “Sayın Cumhurbaşkanım bugün 1.5 milyon Suriyeliye kapılarını açtığınız için tarih sizi ayrı bir yere yazacak. Dünya 5’ten büyüktür dediniz ve tüm oligarkları boşa çıkardınız. Bugün George Orwell olsa sizi ayakta alkışlardı. O yetmez Daniel Defoe de kalkar o da alkışlardı. Sizin sahici dostlarınız sanatçılar ve edebiyatçılar arasındandır” diye devam etmiş.
Gezi gibi tüm toplumu sarsan halk hareketlerinin, bazı yazarların “kalem darbeleri” ile ortaya çıkabileceğini sanmak için toplumsal ve politik gerçeklerden habersiz olmak gerekir. Gezi halk kesimleri içinde biriken öfke ve baskıya nefretin açığa vuruluşuydu ve kendine özgü koşullarda yaşandı. Sonraki halk öfkesinin nasıl patlayacağını ise kimse bilemez. İstendiği anda birkaç kalem darbesi ile halkı sokağa dökmek olanaklı olsaydı o zaman tarih başka türlü yazılırdı. Ama kalem darbelerine değil de, işçi katliamlarına, çekilmez hale gelen yaşam koşullarına, artan sömürüye, yaygınlaşan ve derinleşen açlık ve yoksulluğa, sürekli müdahale edilen yaşam biçimine bakılırsa, gelecekte patlayacak öfkenin hangi nedenlerle ortaya çıkabileceği az çok öngörülebilir. Suriye’nin yıkılmasında ise mevcut hükümetin sorumluluğu oldukça ağırdır ve hiçbir yalan, bu gerçeğin üzerini örtemeyecektir. O “beşten” birisiyle yapılan anlaşmanın mürekkebi henüz kurumadı, en büyüğü ise bölgeye saldırısına verdiği “katkılarından” dolayı teşekkür ediyor.
Alatlı’nın Orwell ve Defoe örneklerini vermesi de oldukça ilginçtir! Bunların romanları “kurgulanmış” romanlardır. Halk öfkesinin kalem darbeleri ile ortaya çıkabileceğini kurgulayan kafa kuşkusuz övgü için verdiği örneklerde de aynı yolu izlemiştir. Orwell her şeyin denetim altında olduğu, izlendiği bir hayvanlar çiftliğini konu edinmiş, romanı komünist bir toplumu resmettiği gerekçesiyle antikomünizmin baş yapıtlarından sayılmıştı. Ama bugün dünyada ve Türkiye’de olup bitenler, dinleme, izleme, takip edip denetlemenin, dahası maniple etmenin kapitalizmin, sermaye dünyasının gerçeği olduğunu göstermektedir. “Kurgu” gerçekleşmiştir, ama öngörülenin tam tersi yönünde! Ülkeye şimdi hükmedenler bunların bir bölümünü “paralel yapı” ile açıklıyorlar ve hepsini kendi denetimleri altına almak için bir kavga yürütüyorlar.
Peki Alatlı’nın alkışlayacağını varsaydığı Defoe’nin Robinson’u Cuma’yı neden hizmet etsin diye köleleştirmişti? Kendi yararına çalışsın diye! Robinson kölesi Cuma’ya yaşaması için bir şeyler verir ama onun köleliğinden yararlanabilmesi için ondan daha fazlasını elde etmesi gerekir! Öte yandan kölesini çalıştırmak için alet, edevata da sahip olması lazım. AKP Hükümeti ve en tepesindeki, kendilerine köle olmaya hazır sanatçı ve edebiyatçı kesimine iyi hizmet etsinler diye alet ve edevat sunabilir mi? “Havuza akıtılan paralar”, sermayelerinin denetimindeki basın ve yayın bu “aletlere” fazlasıyla sahip olduğunu ortaya koyuyor. Alatlı gibiler de aldıklarını bu tür hizmetleriyle ödüyorlar. Defoe bu durumu alkışlamasın da kim alkışlasın? Orwell’in de ‘Aşkolsun beni yaya bıraktınız’ demesi sürpriz olur mu?
Demek ki Alatlı’nın seçip ortaya getirdiği örnekler tesadüfi, rastgele seçilmiş örnekler değildir. Genel olarak sermayenin egemenliği ve gericiliğin saltanatı yeterli görülmemektedir. Bu temeller üzerinde daha da gericileşmiş bir toplum biçiminin ve ilişkilerin kurulmasının özlemi yatmaktadır. Ama gerçeklerden kaçılmaz. Bütün bu özlemleri engelleyecek güç ve potansiyel halkın bağrında bulunmaktadır. Halkın öfkesi ve kini saraylar kuran muktedirlerin ve onların sermayelerinin darbeleri altında yeniden birikmektedir. Kendini köleleştiren övgüleri işe yaramayacaktır. Halka bağlı sanatçı, edebiyatçı, gazeteci ve bilim insanlarının çabaları ise hiç tükenmeyecektir.
Evrensel'i Takip Et