Sınıf mücadelesinin somut gelişmesinin üç belli başlı orijinalitesi var.
Birinci orijinalite, emperyalistler arası çelişmelerin uluslararasılaşma ve dünya ekonomisinin ileri ölçüde entegrasyonu koşullarında kolay çözüm olanaksızlığıyla keskinleşip şiddetlenmesidir. Kapitalizmin iki eğiliminden biri olan “ulusallık” hammadde kaynakları ve pazarların yeniden ve yeniden paylaşımını zorunlu kılmakta; ancak bu paylaşımının koşullarını, kapitalizmin ikinci eğilimi olan uluslararasılaşmanın oluşturduğu dünya ölçeğinde iç içe geçmiş girift ilişkiler belirlemektedir. Buradan, hemen bir genel boğazlaşma yerine bunun koşullarını biriktirip olgunlaştıran dincilik ve mezhepçilikle milliyetçiliğin, kabileciliğin vb. kışkırtılıp yönlendirildiği bölgesel çatışma ve “vekalet” savaşları çıkmaktadır. Suriye ve Ukrayna gibi. Çatışmalar ve gericiliğin genel tırmanışının sınıf mücadelesinin koşullarını sertleştirmekte oluşunda şaşılacak şey olmadığı gibi, kapitalist uluslararasılaşmanın doğrudan sonucu olarak proletarya enternasyonalizminin sınıf mücadelesinin ayrılmaz bir yönü halinde öne çıkması da kaçınılmazdır.
İkinci orijinalite, sosyalizmin maddi önkoşulları tarihte hiç olmadık ölçüde olgunlaşmışken, bununla tam bir asimetri oluşturarak, işçi sınıfı ve sömürülen yığınların bilinç ve örgüt düzeylerinin geriliğidir.
Dünya ölçeğinde milyarlarca, Türkiye’deyse fabrika, işletme ve atölyelerde kayıtlı-kayıt dışı 15 milyon işçi vardır. Kafa emeğinin yeni katmanlarının katılımıyla işçi sınıfı genişlerken tarımdaki yarı-proleterler, geçici işçiler, kent ve kırın yoksullarıyla sömürülen yığınlar eklendiğinde birçok ülkede işçi ve emekçiler nüfusun çoğunluğunu oluşturur olmuştur. Üstelik bu, emeğin ve üretimin ulusal ve uluslararası ölçekte ileri düzeyde toplumsallaştığı koşulların bir verisidir. Bu aynı koşullarda, toplumsallaşmış emek ve üretimle mülk edinmenin özel kapitalist niteliği arasındaki çelişki bugüne dek tanık olunmamış derecede derinleşmiş, buradan türeyen kapitalist kutuplaşma görülmemiş düzeyde gelişmiştir: Bir yanda giderek daralan sayıda tamamen asalaklaşmış burjuva mülk sahibi oligark, bir yanda işçi sınıfı ve sömürülen yığınlar. Koşullar mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesini çoktan dayatmaktadır.
Ancak bu mülksüzleştirmeyi gerçekleştirecek “kapitalizmin mezar kazıcısı” proletarya sadece örgütsüz olmakla kalmamakta; ama –küçük burjuva ideolojik biçimlerle de beslenen– burjuva liberal reformcu, muhafazakar, dinci, milliyetçi ideolojik ve politik biçimlerin de etkisi altında bulunmaktadır. Hemşerilik, mezhepçilik, tarikat bağları kadar kışkırtılan “milli” duygular ve milliyetçi bağlar da sınıfı kuşatmakta ve onu, kendisini bölen örgüt biçimleri içine çekmektedir. Buradan, bütün bu burjuva gerici ideolojilere karşı savaş zorunluluğu doğmakta, işçi sınıfının bağımsız (sosyalist) bir sınıf olarak örgütlenmesinin önündeki tüm engellerin kaldırılması için mücadele görevi çıkmaktadır. Kapitalizmin teşhiri, kapitalizm karşıtı iktisadi ajitasyon kadar burjuvazinin iktisadi ve siyasal egemenliğinin mahkumiyeti ve emeğin ve halkın egemenliğinin savunulması sınıf mücadelesinin olmazsa olmaz ihtiyacı durumundadır.
Çünkü, üçüncü orijinalite odur ki, bu asimetri koşullarında sınıf mücadelesi yine gelişmekte, ancak burjuva, küçük burjuva ideolojik politik etkiler altında ve daha çok kendiliğinden gelişerek başka başka dolaylı biçimler almakta ve buradan da bir dizi geçici olanı bir yana kalıcı kazanım ve zaferler çıkmamaktadır. Türkiye’de Gezi, Brezilya’da ulaşım zamlarına karşı mücadele, Mısır, grevleriyle Yunanistan, öfkelileriyle İspanya... bunun örnekleridir.

Evrensel'i Takip Et