12 Ocak 2015 00:52

‘Gerçek müslümanlık bu değil’ mi?

‘Gerçek müslümanlık bu değil’ mi?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Charlie Hebdo saldırısı sonrasında Müslümanlarca en çok ileri sürülen görüş buydu. İslami tandanslı devlet büyükleriyle ilahiyatçılar ve mütedeyyin bireylerden duyduk: “Gerçek Müslümanlık bu değil!” Gerçekten değil mi? Değilse, ne peki?

Önce, kaynağının, ilahiyatçı yazar İskender Pala’nın “Hebdo saldırısını duyduğunuzda ilk aklınıza gelen..” sorusuna verdiği yanıtta olduğu söylenmeli: “Eyvah dedim, ‘Müslümanların bir kere daha üzerleri çizildi’.. ‘üstümüze kalacak’ diye düşündüm.” Öncelikle katledilenlere üzülmüyor beyimiz, “fatura”nın İslam’a çıkarılacağına üzülüyor! İnsanlık işte!

En eskiden İslam’ın Peygamberi vardı; temsilci ve sözcü o idi; gerçeği –tabii ki Allah’tan sonra ve ona aracılık ederek diye inanılırdı– o bildirirdi. “Gerçek” ondaydı, “gerçek Müslümanlık” da ona göre hiza alırdı. Sonra Halifeler geldi; ama daha onlarla birlikte “gerçek”in ne ve kimde olduğu tartışması başladı. Peygamber, “Veda Hutbesi”nde kendi yerine Ali’yi münasip görmüş, ama temelindeki köleci/ticari çıkar farklılıklarıyla Mekke ve Medine’deki kabile çatışmaları ve inanç farklılıklarıyla izah edilen makam/iktidar kavgalarına dayalı olarak vasiyeti yerine getirilmemişti.

Hıristiyanlık’ta da “gerçek” tartışmalı olmuş.. Başlangıçta “Baba-Oğul-RuhülKudüs” üçlemesinde olduğuna inanılan “tartışmasız gerçek”.. 4 belli başlı İncil yazımıyla, tüm “iyi niyetli” birlikçi çabalara karşın tartışılır olmuş; tartışma, geniş topraklara ve feodal aristokrasi karşısında krallıkların güçsüzlüğü koşullarında Vatikan iktidarında, Papanın şahsında sona erdirilmişti: “Mutlak gerçek”, artık gökselliğinin ötesinde Engizisyon Mahkemeleriyle dünyevi kararları da garanti edilmiş Kilisenin uhdesindeydi. Az “cadı avı” yürütülmedi bu uğurda, dünyanın yuvarlaklığı iddiasındaki Bruno’ya varıncaya dek ateşlerde az kişi yakılıp öldürülmedi. Terör Hıristiyanlığın da ayrılmaz bir parçasıydı. Katolik ve Ortodoks Kiliselerinin ayrılmasının ardından Reform süreciyle Protestanlığın doğuşu “gerçek”i iyice “bölerek” tartışılırlığını kızıştırdı; ancak burjuva devrimleri ekseninde ve onların bir yönü olarak Hıristiyanlığı bir demokratik terbiyeden de geçirdi. Avrupa’da laisizme varıldı.

İslam bu süreçleri henüz yaşamadı ve ne bir köylü savaşı olarak gelişen Münzer, Calvin ve Lüther mücadelelerinden geçti ne demokratize oldu ne de laisizmi tanıdı. Kölecilik ve feodalizmin ardından İslam’ın da yüzleştiği paranın egemenliği, gerçi her şeyin parayla alınıp satıldığı piyasanın kendisinden başka gerçek tanımaz katılığında “mutlak gerçek”i paramparça etti; ancak bu, siyasal yapının burjuva demokratik ve laik düzenlenmesiyle gerçekleşmedi. Hıristiyanlık gibi, sadece “ahret”in değil dünyanın da yönetimini üstlenen ve bu nedenle baştan beri siyasallığı şüphe götürmeyen İslam açısından bunun iki sonucu oldu. Öncesinde feodal Halife/Sultanlık temelinde Emevi, Abbasi, Osmanlı’da vb. kendi egemenliğini örgütleyen İslam, şimdi artık, adı “ılımlı” takılan kapitalist emperyalizme bağlanıp onun hizmetine girmeyi ya da buna da tepkiyle, adı “köktendinci” takılarak onunla çatışmayı seçmeye zorlandı. Bugün net farklılıklarıyla iki farklı İslam oluştu: “Ilımlı” ve “radikal İslamlar”! Ve bu ayrım sadece Sünni İslam’a özgü. Daha Şiilik, Alevilikle olan ayrım var.. Vahabilik var... Tek bir İslam’ın olmadığı kuşkusuz!
Ve tabii bir de samimi inananların inançlarındaki İslam var. İslam’ın siyaset aleti olarak kullanılmasının son bulup inananların “Allah’la kendi aralarında ilişki” olarak anlaşılması laisizmdir ve sorunun tek çözümüdür. “Gerçek Müslümanlık değil” teziyse, “gerçek”in” kendi tekelinde olduğu dikteciliğiyle zorbalığa varır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa