'Hoşgörü yemeği' meselesi -1
Kirvem,
Senin de bildiğin gibi, şu son aylarda cumhurumuzun başkanlığına terfi eden Erdoğan hazretlerinin, bir aralar, yani henüz başımızın başı olduğu o dönemlerde, ülkemizin gündemine Kürt, Alevi, Ermeni, Roman, falan feşmekan adlar altında birbirinin peşı sıra taşıyıp durduğu “açılım” paketleri vardı; ama bu “moda” nedense bir türlü tutmadı…
Geride, mazide kalan o günlerin ardından şimdilerde aynı yolun yolcusu olup, aynı yağmur altında sırılsıklam ıslanan yeni sadrazamımız Muhterem Davutoğlu hazretleri de, yarıda kalan bu modayı, devraldığı bu “çeyiz” sandığından çıkarıp aynı minvalde ülkemizin vitrinlerine taşıyıp duruyor!
Nitekim bir zamanlar, yani ülke sathında Kürtlerle ilgili “Kart-Kurt” edebiyatının hüküm sürdüğü, ya da “Ermeni soykırımı” yerine, önüne illa da “sözde” sözcüğünün monte edildiği o günler ister istemez yavaş yavaş “tedavül”den kaldırılıp, böylece Kürtlerin varlığı gari “inkar”edilmeyip, keza soykırım tanımlamasının “sözde” versiyonu da giderek kabak tadı verince, bu kez de ortalıkta birdenbire bir “kardeş”lik furyası başını alıp gitti!
Böylece geç de olsa anladık ki, bu ülkede hemen herkes zaten tarih boyunca birbirinin hem kardeşi, hem de özbeöz “kanka”sıymış! Bunu da, “vatandaş” olarak her birimizi yek diğerinden zerre kadar ayrı gayrı tutmayan, dişisiyle erkeğiyle, çulsuzu çaputlusuyla hepimizi aynı mesafede kucaklayıp bağrına basan “Devlet Baba”mızın adil, adaletli, haktan, hukuktan yana asla şaşmayan terazisine borçluymuşuz…
Ehh “Yalandan kim ölmüş ki!”
Kirvem, geçen hafta Ankara’da, Devlet Konukevi’nde yeni sadrazamımız Davutoğlu tarafından, ülkemizde yaşayan Ermeni, Süryani, Keldani, Rum, Bulgar, Yahudilerden oluşan vakıf başkanlarınının yanı sıra, ayrıca bu “döl”lerin mensubu kimi yazar çizer takımına, belki de açılım paketlerinin mazide kalan “boş çerçevesi”nin içini sanki bir nebze de olsa doldurmak gayretiyle verdiği akşam yemeğine, hani “Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler” misali ben özüm de davetliydim nitekim!
Nitekim, “protokol” gereğince “LCV, Lütfen Cevap Verin” babındaki bu davete, icabet etmeyeceğimi özel kalem müdürlüğüne telefonla bildirip, böylece ne denli “nazik”, ne denli “kibar” olduğumu bu vesileyle kanıtlarken, öte yandan da hiçbir işim gücüm yokken, dahası da zaten boş gezenin boş kalfası olduğum halde, hayatımda ilk kez ülkemizin başının başı olan bir başbakanla, bir zat-ı muhteremle aynı sofrada, üstelik belki de kuş sütünün bile eksik olmayacağını umduğum bir “ziyafet”e katılmamakla acaba öncelikle kabalık, hatta onun ötesinde yoksa andavallılık mı ettim diye düşünmedim dersem yalan olur!
Katılmadım, hatta benim gibi “önemli” birinin önüne, pırıl pırıl cilalı siyah makosen ayakkabılarının altına serileceğinden zerre kadar şüphe duymadığım o tertemiz “kırmızı halılar”ın ihtişamına inat, koşa koşa Ankara’nın yolunu tutmadım ama, yine de acaba hangi dağda kurtlar ölmüş, ya da Noel değil, Paskalya, Hamursuz falan feşmekan değil, öyleyse bu davet acaba “neyin nesi, kimin fesi” diye kös kös düşünüp, hatta bunun sıkıntısıyla bitli başımı kaşıyıp dururken, öte taraftan da bu “fes”in içinden, bu “hoşgörü” lakaplı davetin ardından, eninde sonunda çıksa çıksa tıpkı rahmetli Zati Sungur üstadımızın bir zamanlar sahnelerde “okus pokus” eşliğinde tavşan ya da kuş çıkartıp insanları güldüren o manzaranın çıkacağından emindim!
Nitekim aptala malum olur kabilinden hiç mi hiç yanılmamışım!
Neden?
Nedenini, daha da doğrusu mönüsü “hoşgörü” yle donatılmış bu davetle ilgili iki kelamı da, istersen haftaya konuşalım Kirvem!
Evrensel'i Takip Et