Terörist yönetim siyaseti ve halkın 'nabzı'
Fotoğraf: Envato
Toplumsal sorunların grift durumuna rağmen, onlardan birinin “en acil” haliyle toplumsal sınıfların tüm kesimlerini etkileyecek şekilde gündemin önüne çıktığı ya da gündemi oluşturduğu zamanlarda, yönetenlerin ve yönetilenlerin gelişmeler karşısındaki tutumları, ülke(ler) ve halk(lar)ı açısından büyük önem kazanır. Bu tutum karşı karşıya bulunulan sorunların çözümüne hizmet edeceği gibi, tersinden bu sorunların daha da ağırlaşması ve daha kaotik bir durumun etkeni de olabilir. Şimdi, bu zamanlardan birindeyiz. Ülkeyi, halkın istemleri, öncelikleri ve beklentilerini görmezden gelerek, ve bu istem, beklenti ve öncelikleri zor ve baskı aracıyla etkisizleştirip geriye atarak; “halkın nabzını tutuyoruz” yalanına da sarınarak kendi dikta yönetimlerini sürdürmek üzere daha ağır kaos ortamına, halkların kanı ve canı pahasına bir savaş ortamına sürüklemekte olanların ya da buna hizmet eden politikalarda ısrar edenlerin bin türlü dayatmasıyla karşı karşıyayız. Kürtler başta olmak üzere hakları için mücadele eden emekçi halk kesimlerine karşı baskı, ve siyasal suikast politikalarının silah tekelleri ve emperyalist güçlerin çıkarlarıyla da bağlı bir saldırganlık yoğunlaştırılmış; komşu ülkeleri de içine çekme potansiyeline sahip savaşçı politika öne çıkarılmıştır.
Onar-otuzar F-16’ların Irak Kürdistan’ı topraklarındaki Kürt mevzilerine akınları/bombardımanı devam ediyor. İçeride, bazı bölgelerde seferberlik dönemlerine has askeri kurallar ilan edildi. Polis baskınları birbirini izliyor. Genel Kurmay, hakim ulus şovenizmini körükleyici şekilde, “asker yazılma” ilanında bulunarak bombardımanlarına yönelen tepkileri örtme yolunu seçti. Antidemokratik ve halk düşmanı iktidar politikalarıyla mücadele ‘cephesi’nde yer alan KESK gibi sendika merkezleri “antiterör timleri” tarafından basılarak susturulmaya çalışılıyor. “Sarayın otokrat tiranı”, “sözde aydın, sözde STK’lar, sözde basın-yayın, sözde kitle örgütleri” söylemiyle demokratik haklar mücadelesinde yer alan siyasal ve sendikal örgütler ile birlikte yazar ve sanatçıları da saldırı hedefine yerleştirdi. “Biz gitmek için gelmedik!” diyerek partileri ve iktidarlarıyla kendilerinden önceki sermaye hükümetleri ve partilerinin farklılığına işaret eden “özgül ağırlıklı dava adamı” Arınç, Evrensel ve Ö. Gündem gazeteleriyle yazar ve çalışanlarını provokatörlere ve Erdoğancı -ya da başka türden- kontra çetelerine hedef gösterdi. Türkiye’de son 150 yılda “uygarlık yolunda katedilmiş olana açtığı savaş”ı gizleme gereği duymayan ve M. Kemal’in “Anıtkabir”i karşısına kendi “külliyesi”ni dikerek “Cumhuriyet”e meydan okuyuşunu rakım farklılıklarıyla da “göze sokan” Tayyip Erdoğan Endenozya’da, “Tek derdimiz var: İslam, İslam, İslam!” diye haykırarak, kapitalist dinciliğin rantiyer savaşçılığını bir kez daha ilan etti. Bir “taklit adam” formatında sesler çıkaran Davutoğlu, “Evlatlarımızı fedaya hazırız!” diye, vatan ve millet için sözüm ona ne denli savaşmaya kararlı olduklarını göstermeye çalışırken, “milletin çocukları”nın sırtından ahkam kesecek kadar “kendinden geçme” halinin o bilindik “dava için her yol mübah!” repliğini de kürsülerden sokaklara taşırdı. Savaşçı-yayılmacı ve saldırgan politikanın kamu emekçileri ve işçilerin “üç-beş kuruşluk” ücret farkı, sosyal haklar, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, vb. gibi istemleri karşısındaki biçimlenişinin zehirli gaz, dipçik, jop ve gözaltı olduğu, neredeyse her gün yeniden kanıtlanıyor. Kadın cinsine ise, burjuva demokrasisinin “nişanesi” parlamentonun kürsüsünden “Susun!” çalımıyla “hadleri bildirilmek” isteniyor. Tayyip milisleri ve “ülkücü” kontra çeteleri ilericileri, demokrat ve devrimcileri listeleyip “yok etme” operasyonları için planlamalar yapıyor, vb., vs.
Siyasal suikastçılığın, riyakarlık ve ikiyüzlülüğün, yolsuzluk, rüşvet, kayırmacılığın, ABD başta olmak üzere “yabancı” uluslararası yağmacı, saldırgan ve sömürgecilerle iş tutacak denli çıkarcılığın bataklığındaki bir iktidar gücü ve yönetme anlayışının ülke ve halkını(bütün ulus ve ulusal topluluklardan Türkiye ve Kürdistan insanını) savaş politikalarıyla “imtihan etme!” noktasına getirdikleri böylesi bir zamanda; savaş politikalarına karşı barışçıl tutum ve politikalar oldukça net olmalıdır!
Erdoğan yönetimindeki iktidarın ve onun MHP desteğinin politikası ülkenin ve tüm milliyetlerden halkının tümüyle aleyhinedir. Halkın geleceğini karartmaya; halkları birbirine kırdırmaya adaydır. Buna dur demek şarttır. Dur demek, savaştan, çatışmalardan, krizden beslenenler dışındaki herkesin yararınadır. Her kalkışlarında imha ettiklerinin yanı sıra büyük tutarlardaki harcamalara sebep olan savaş uçaklarının, Kürtlerin üzerine bomba yağdıran tank, top, zırhlı ağır savaş araçlarının, savaş personeli ve halkın çocuklarını ölüme göndererek iktidarlarını sürdürmek isteyecek kadar alçaklaşanların yönetim kastının ekonomiyi ve insan yaşamını yıkıma sürükledikleri oldukça nettir. “Evlatlarımızı fedaya hazırız!” nutku çekenlerin ikiyüzlülüğü suratlarından dökülmektedir. Onların hiçbirinin çocukları elde silah savaş “cephelerinde” değillerdir. İşçi ve emekçilerin çocuklarının kanı ve başı üzerinden “vatanseverlik” nutukları atmalarına, hiç bir anne-baba-hiçbir kardeş ve eş aldanmamalıdır. “Saray”daki başta olmak üzere parlamento kürsülerinden kulis ve alanlara hemen her yerde “vatan, bayrak, millet” üzerine ajitasyon çekerek halkları birbirine kırdırmaya çalışanların hiçbiri, kendi çıkarlarından başka bir şeyi ne kutsamakta ne de koruma kaygısı taşımaktadırlar. Türk bayrağını, Türk annelerini, kendi suikastçı-kontra taktiklerine alet etmek için istismar etmek dışında bir “cevallikleri” yoktur! Korkak çığırtkanlar, ülkemiz işçi ve emekçilerinin, “Mehmetçik!” diye güya onurlandırılan emekçi çocuklarının kanına giren politikaların imzacılarıdır onlar.
Ülkenin ve tüm milliyetlerden halkının karşı karşıya bırakıldığı bu çatışmacı, ve neredeyse her gün birçok kentinde birçok gencin ölüme gönderildiği politikanın uygulayıcıları, neden olarak “PKK’nın terör eylemleri” ve Kürtlerin ulusal hak eşitliği taleplerini gösteriyorlar. Öyleyse, bu nedenin ortadan kaldırılması için ülkeyi ve komşu ülkeleri kana boğma yerine, sorunun çözümü önünde engel olan politikalarına son vermeli; engel olmaktan çıkmalıdırlar. Milyonların etrafında birleştiği bir özgürlük ve kurtuluş davasının kanla boğulduğu ve onun mücadelesinin “bir kez daha baş göstermemek üzere tarihe gömüldüğü”nü, ancak Bahçeli-Erdoğan, Davutoğlu gibi “ucuzcu”lar ileri sürebilirler. Türkiye’nin son yüzyılı da buna tanıklık ediyor. Zorba politikalarla teslim alınmak istenenler, özellikle de milyonlar ve milyonlar iseler, zorbalığı ve ona dayalı eşitsizliği ezip geçmişlerdir.
Bu kuşku yok ki, ancak halkların en geniş birlikteliğini ve birleşik mücadelesini örgütleyerek mümkün olabilmiştir. Halkların güvenini kazanmayan, aksine onların saflarında tedirginlik ve güvensizlik birikimine neden olan “terörist eylem” politikaları ise, ancak halk düşmanı burjuva yönetimlerinin riyakarlık ve istismarına alet olmuş, onlara malzeme taşımıştır. Günümüzde de bu tür “kontrolsüz” eylemler örnek olsun sömürülüp baskıyla sindirilmek istenenlerin yararına değildir, olmayacaktır. Ulaşım araçlarının yakılması, kamyonların ateşe verilmesi, çocuk, kadın, yaşlı ayırmaksızın “gelişi güzel” saldırı eylemleri düzenlenmesi, yapanı kim(ler) olursa olsunlar, haklı bir dava için yapılıyorlar ise eğer, o davaya zarar vermekten, onun için yürütülen mücadeleyi güçten düşürmekten başka bir sonuç doğurmamaktadırlar.
Gerekli ve etkili olan, kitle mücadelesinin en ileriden en geniş şekilde örgütlenmesi ve buna hizmet eden bir tutumun sürdürülmesidir. Bir kez daha yineleyerek söylemeliyiz ki, şimdi tam da bunun vaktidir; ve sorumluluk tüm milliyetlerden işçi ve emekçilerin en ileri kesimleri ile ilerici-devrimci-demokrat-sosyalist parti, örgüt ve çevrelerin omuzlarındadır. Barış Bloku ise bunun en önemli araçlarından biri işlevini kazanırsa eğer, amacına uygun bir yolda ilerlemesini daha güçlü şekilde sürdürebilecektir.
Basının iki temel görevi, haberleriyle kamu adına her tür iktidarı denetlemek ve gerçeğe ulaşmak için her türlü görüş ve sesin kamuya ulaşmasını sağlamaktır. Bu görevlerden biri sınırlamaya uğrarsa ülkede basın ve ifade özgürlüğü, dolayısıyla demokrasiden söz etmek imkansız hale gelir. Bugün gazetelere, haber ajanslarına, televizyon ve internet sitelerine getirilen sansür, kısıtlama ve baskılar özgür medyanın işlevini hedef almaktadır.
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40