09 Eylül 2015 01:00

Kim savaşçı kim barışçı...

Kim savaşçı kim barışçı...

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bu ara yazılarımda, konuşmalarımda çok mu savaş yanlısı görünüyorum?
Bu türden bir yaklaşım AKP’lilerden bile gelse, bazen geriye dönüp yazılarıma, sosyal medyadaki paylaşımlarıma bakıyorum. Nerede savaşı savunmuş, ölümleri kutsamış, çatışmalardan medet ummuşum, diye. Doğrusu bazen ben de kendimden şüpheye düşmüyorum, değil. Nihayetinde insanım, onca çocuk keskin nişancıların kurşunlarına hedef olup yaşamını yitirirken, 10 yaşındaki Cemileler evde anasının canına korunak ettiği buz kalıplarıyla soğutulup gömülmeyi beklerken, belki duygusal davranıp karşı şiddeti savunmuş/kutsamış olabilirim.
Yok! Baktığım her yazımda, sosyal medyadaki her paylaşımımda, tek gördüğüm şey uyarı. Bunun yanı sıra AKP politikalarının gelebileceği son noktayı belki onlarca kez tarif etmiş, bu politikalar devam ederse içinden çıkılmaz bir savaşa girebiliriz, demişim.
Tüm bunları yazarken, konuşurken, paylaşırken AKP’liler başlar gün gün KCK yöneticilerinin ne yazdıklarını, ne söylediklerini paylaşmaya; yani PKK’nin ateşkesi nasıl bozduğu konusunda bizleri ikna etmeye. Bunları yaparken de ağırlıkla 7 Haziran seçimi sonrasından alıntılarla karşımıza çıkarlar. Tabi peşinden de eklerler: “Politikalarınızla onlara cesaret veriyorsunuz, az eleştirin, bakın nasıl değişirler.” Bu türlere hep hatırlatırım, eğer KCK yöneticilerinin söylemi üzerinden ateşkesin bozulup çatışmaların yeniden başladığını söyleyecekseniz, geri çekilmenin ilk başladığı tarihe gidin, devamını da geri çekilmenin durduğu tarihte arayın. Daha resmi açıklamanın yapıldığı ilk gün, yani Mayıs 2013’te KCK yöneticileri önderlerinin açıkladığı takvime uyacaklarını, geri çekilmeyi başlatacaklarını söylemediler mi? Söylediler. Söylerken de, uyarmaktan imtina etmediler. “Bu süreç büyük bir barışa da evrilebilir, büyük bir savaşa da, bunu belirleyecek olan devletin geliştireceği tutumdur” mealinde sözler ettiler.
Eğer gerekçe arıyorsanız, işte size bal gibi gerekçe.
KCK yöneticileri bununla da kalmadılar. Haziran 2013’ten sonra geri çekilmede yaşanan aksaklıkları dillendirip, çekilmeyi yavaşlattıklarını açıkladılar. Gerekçeleri de somuttu. Devlet kalekollar inşa ediyordu, askeri amaçlı barajlar yapıyordu, yeni korucular istihdam ediyordu. Bu uyarılara rağmen devlet tutumundan vazgeçmeyince, Eylül 2013’ten itibaren de geri çekilmeyi durdurdular.
Aha size, savaş isteğinin ikinci ispatı. Ne gerek var KCK Eş Başkanı Besê Hozat’ın 7 Haziran seçimi sonrasında yaptığı devrimci halk savaşı açıklamasına sarılmanıza. Gerekçe arıyorsanız, Mayıs 2013’ten sonra PKK’lilerin yaptıkları açıklamaları okuyun.
AKP mi? AKP’li baylara ve bayanlara göre AKP hiç yanlış yapmadı. PKK lideri Newroz 2013’te büyük bir barışa doğru yol alındığını açıkladığında, geri çekilmeyi belirttiğinde, kabul edelim, AKP adım attı. Geri çekilen PKK’lilere 99’lardaki gibi kurşun sıkmadılar, aman gitsinler de ne olursa olsun dediklerinden olsa gerek, PKK’lilere araç tahsis etme dışında her kolaylığı tanıdılar. Sonra anlaşıldı ki boşalan yerleri ya kalekol inşa ederek, ya gerilla ulaşımını engelleyecek baraj inşaatlarıyla tahkim ederek, ya da yeni korucular istihdam ederek dolduruyorlar.
Yine AKP’li bay ve bayanlara göre bu yaptıkları yanlış değil! Onlara göre, hükümeti bu nedenle uyarmak yanlış.
Öyle ya! Devletle örgütü bir tutma gibi bir edepsizlik olur mu? Ha, başka şeyler de yaptılar. Önce eşeği kaybedip sonra bulurken yaşanan sevinç misali, hükümet de KCK tutuklamaları ile insanları önce üzmüştü. Bunu da KCK’den içeri aldığı sivil siyasetçilerin bir kısmını serbest bırakarak telafi etti. Hasta tutsaklar, onlarca yıldır içerde yatan diğer PKK’liler, çok önemli değildi. Özellikle de hasta tutsaklar, onları sürece karşı bir koz olarak kullanmaya da devam edebilirdi. Bunun sürece zararı da olmazdı. Daha da ötesi, zaten bekleme odasına aldıkları süreci uzatacak yeni olanaklar da sağlardı, hükümete.
Tüm bunlara rağmen PKK kendini devletle eşit bir taraf gibi görmekten vazgeçmeyince, en önemlisi de statü de statü diye tutturunca başka gerekçelerin peşine düştüler. Seçim öncesi onlarca provokasyon devreye soktular, yine olmadı. Ceylanpınar’daki 2 polisin öldürülmesi imdatlarına yetişti. Nasıl olsa Besê Hozat devrimci halk savaşından söz etmiş, Cemil Bayık “Savaşa da, barışa da hazırız” demiş, Murat Karayılan, “Bizi savaşla yenemezsiniz” sözünü söylemişti. Daha neyi bekleyecekler?
Aynen böyle işte...
Tüm bunları yazıp konuşup, üstüne de AKP bu savaşın nedenidir dedim. Formel mantık: O zaman şiddeti destekliyorum, savaşçıyım. Daha da ötesi, Kandil’den savaşı ben yönetiyorum. Ama sokaklarda keskin nişancılara çocukları katlettiren, ülkeyi bırakın 90’lardan, 12 Eylül günlerinden bile zor duruma getiren, Kürdistan’ı OHAL’ı aratacak yöntemlerle hizaya getirmeye çalışan, her gün onlarca insanın ölümü ile karşılaşmamıza vesile olan AKP, Erdoğan ve bunların destekçileri ise barışçı.
Hadi öyle olsun!
Biz barışı savunurken savaşçı olalım, siz savaşı fiilen karar altına alıp uygularken barışçı olun!
Ama unutmayın, bugünlerin sonu gelecek, barış isteyenler mutlaka ama mutlaka başaracak. O zaman hangi algıların, hangi yeni görevlerin peşine takılacak bu “barışçı” baylar/bayanlar, doğrusu merak ediyorum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa