20 Aralık 2015

Çok çileler çekmişti Odisseus

Yunanistanlı kent kralı Odisseus, katıldığı Troya savaşından yirmi yıl sonra dönebildi yurduna! Kimliğini saklamak amacıyla da yaşlı bir dilenci kılığına büründü hemen. Çünkü kendisinin öldüğünü düşünüp sözde dul kalan karısı kraliçe Penelopeya’yla evlenebilmek ve halkı sömürmek için, sarayına çöreklenmiş o yüzsüz damat adaylarını temizlemesi gerekiyordu...

KİMSELER ONU TANIYAMIYORDU...

Kendisinin kral Odisseus olduğunu, yalnızca oğlu yeniyetme Telemahos biliyordu. Ve Telemahos; saraylarına getirdiği babasını, yoksul bir konuk olarak tanıttı hem anası Penelpeya’ya, hem de saraydaki o arsız damat adaylarına... Aynı gün, o arsız damat adaylarından biri, fırlattığı bir demir parçasıyla dilenci Odisseus’u yaraladı. Olayı öğrenen kraliçe Penelopeya, konuğunu, kendi odasına çağırdı hemen; ondan özürler diledi...
Sonra da onunla biraz dertleşmeye başladı... Kral Odisseus’u iyi tanıdığını söyleyen dilenci kılığındaki konuk; yakında döneceği muştusunu verdi Odisseus’un! Bu duyuma çok sevinen kraliçe Penelopeya; bir zamanlar Odisseus’un süt anası olan Eurikleya Nine’yi çağırdı yanına: “Bu yaşlı konuğumuz, senin çok sevdiğin Odisseus’un akranı ve onu tanıyor!” dedi.

SEN BANA ODİSSEUS’UMU ANIMSATTIN...

Eurikleya Nine, uzun uzun baktı dilenci kılığındaki Odisseus’a: İçinde aniden bir pencere açılıp çok serin esintilere kapılmış gibi ürperdi. Sonra kendini toparlayıp; “Haydi konuğumuz” dedi, “Bana çileli Odisseus’umu anımsattın. O da senin gibi böyle ülkeden ülkeye savrulup duruyordur belki de. Konakladığı yerlerde, buradaki gibi yüzsüz adamlar vardır. Onlar seni beni insandan bile saymazlar, bilirsin! Ah, benim Odisseus efendim, bu asalak sürüsündekilerden hiçbirine benzemezdi! Zaten hep aramızdaydı. Bir kral olmasına karşın, tarlalarını sürer, sürülerine bakardı. On yıllar önce, istemeye istemeye, bir gitti Troya’ya savaş için, gidiş o gidiş! Buradaki arsızların bir demir parçası fırlatıp senin yüreğini yaktıkları gibi, onun da yüreğini yakıyorlardır şimdi! Ama er geç dönecek, bizlere kavuşacak... Zaten nasıl da özledik o barış günlerini! Ekip dikmek, ürünlerimizi kardeşçe bir sofrada birlikte yiyip içmek. Neyse yavrum, çok konuştum! Yaşlılık işte... Sen şu karşıdaki odada hazırlan. Seni bir güzel yıkayım, sonra uyur, dinlenirsin...”
Dilenci kılığındaki Odisseus; Eurikleya Nine’nin gösterdiği odada, yırtık pırtık giysilerini çıkarınca, ayağındaki eski yara izinin ayırdına vardı hemen! Eurikleya Ninesi bunu görünce, onun Odisseus olduğunu hemen anlamayacak mıydı?

ESKİ GÜNLERE DALIP GİTTİ...

Odisseus, birden yıllar öncesi duyduklarını anımsadı... Kendisi daha çok küçükken, dedesi onu görmeye gelmişti uzak bir kentten. Şimdi kendisini yıkamak isteyen bu sütanası Eurikleya Nine, onu dedesine gösterirken; “Bu bebeğe siz bir ad verin” demiş. Dedesi de hiç düşünmeden; “Bakın ben nice çileleri aştıktan sonra şimdiki durumuma ulaşabildim. Bu torunum da büyüdüğünde kral olacak, ama hep çileler çekerekten bütün zorlukları yenecek. Bu zor ve çileli yolu, yalnız kendi halkı için değil, bütün Akdenizli halklar için seçecek... O yüzden ona “Odisseus” adını veriyorum!” demiş. Odisseus adı da, zaten “çileli” anlamına geliyordu!
Biraz büyüdüğünde, Odisseus’u dedesinin konağına götürmüşler. Oradaki gençler; düzenledikleri bir av yarışına giderlerken, eğlensin diye Odisseus’u da yanlarına almışlar. Ne var ki karşılaştıkları bir yaban domuzu, Odisseus’un bacağından bir parça et koparmış!
Odisseus bunları düşünürken, sütanası Eurikleya Nine, bir leğenle girdi odaya. Leğene biraz soğuk su, biraz sıcak su koydu. Odisseus’u yanına çağırdı. O da gelip leğenin yanına oturdu. “Biliyor musun konuğumuz” diye söze başladı Eurikleya Nine. “Demin su almak için dışarı çıkarken, arkadan bedenine baktım biraz. Benim sütanalığını yaptığım kral Odisseus’a ne de çok benziyorsun! Bakışların da onun aynısı! Doğrusu bunları duyumsayınca içim içime sığmıyor...”
Eurikleya Nine bunları söyledikten sonra, Odisseus’un ayağından tutup havaya kaldırdı biraz. Birden o eski domuz yarasının izini gördü! Görür görmez de ayağını bırakıverdi elinden! Ayak, büyük bir şangırtıyla düştü leğenin içine! “Ah, benim efendim, çileli yavrum!”diye inledi Eurıkleya Nine. “Benim zaten içime doğmuştu senin Odisseus olduğun!..”
O anda kraliçe Penolepeya’ya, çığlık çığlığa duyurmak istedi bu büyük muştuyu...
Ne var ki apar topar gelen tanrıça Atena, Eurikleya Nine’nin çığlığını boğdu ve aynı anda, hiç sezdirmeden kraliçe Penelopeya’nın içine, hemen dışarı çıkma dürtüsü koydu...
Penelopeya hiçbir şey duymadan, sarayın avlusunda biraz gezinmeye çıktı... Başını gökyüzüne kaldırıp baktığında, Akdenizli yıldızların ışıl ışıl, ateş böcekleri gibi sarayın bahçesine yağdığı duygusuna kapıldı...
Ve birden, nedenini bilemediği bir sevinçle, pır pır etmeye başladı yüreği...
***
SABAH UYANINCA
Sabah kuşlarıyla bir uyan
Ve okşa bahçendeki çiçekleri bir bir...
Ama unutma sakın o mavi menekşeleri,
Yoksa zehir olur şiir.

Hele biraz da aşk varsa içinde,
Dolar da dolar o mahzun yüreğin,
Tekmil yıldızlarıyla, güneşiyle,
O hasret Akdeniz’in...

Artık saç onları gökyüzüne...
Yüreğinde varken bu ateş.
Hep aşk yağsın gökyüzünden,
Yaşasın insanlar kardeş kardeş.

Yaşar ATAN

Evrensel'i Takip Et