6 Ocak 2016

İktidar şimdi de ‘dokunulmazlık’ kulvarına girdi...

Sorunun gelip dayandığı nokta yeniden ‘dokunulmazlık’ oldu. Dayandığı derken, yanlış anlaşılmasın, 2002’de iktidar olan AKP’nin, tüm yaşanmışlıkları heba edip 1994’e geri dönmesinden söz ediyorum. Yoksa Kürt sorunu ne bir grup vekilin dokunulmazlığı ile başladı, ne de bunların dokunulmazlıklarının ortadan kalkması ile biter.

O yılları anımsayalım. Hatta biraz daha öncesinden, 1984 sonrasından başlayalım geçmişte yaşananları anımsamaya.

Neydi o zamanların revaçta sözü: “Bunlar bir avuç çapulcu. Kısa zamanda sonlarını getiririz.”
Kürt hareketinin “bir avuç çapulcu” olarak değerlendirildiği yıllarda, parlamentoda Kürt vekiller vardı, ancak bırakın Kürt sorununu, Kürt adını bile ağzına alan tek vekil yoktu. Mücadele bu yıllarda daha çok parlamento dışında yürütüldü.

Devletin ret, inkar ve asimilasyon politikasına karşı yürütülen mücadele çeşitli alanlarda birbirini besledi. Bir taraftan PKK’nin başlattığı silahlı mücadelenin oluşturduğu duyarlılık, bir taraftan demokratik zeminde yaşam alanları oluşturmaya başlayan muhalif siyaset, Kürtlerin 1987 yılında SHP’li kimliğiyle de olsa parlamento ile buluşmasına yol açtı. O dönem bir komplo ile cezaevine konan Ahmet Türk ön seçim ile aday listesine girmeyi başardı ve cezaevinden çıkıp Meclise Mardin milletvekili olarak gitti. Ön seçimlerin sağladığı olanakla Adnan Ekmen, İbrahim Aksoy, Mahmut Alınak gibi Kürt kimliğini sahiplenen başka vekiller de parlamentoya seçilmişlerdi. Bunlar aynı zamanda Kürt sorununun demokratik çözümünü savunan vekillerdi.

Ne yazık ki dönemin SHP’si bunlara müsamaha göstermedi. Bu vekilleri Paris Kürt Konferansına katıldılar diye ihraç etti. İhraca tepki gösteren başka vekiller istifa etti. Gelişmeler 1990’da Halkın Emek Partisinin (HEP) kurulmasını sağladı.

HEP, 1991 seçimlerinde vekilleri kendi adına parlamentoya gönderemedi. SHP ile ittifak yapan HEP, aralarında Ahmet Türk, Hatip Dicle, Leyla Zana’nın da olduğu bir grup Kürt vekili parlamentoya gönderebildi. Yemin krizi, HEP’in kapatılması derken DEP kuruldu. DEP ile birlikte vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması gündeme geldi ve 2 Mart 1994’te vekiller bir sivil darbe ile Meclisten alınıp cezaevine götürüldü.

Vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılıp cezaevine gönderilmesinin ilk işaretini “Eşkıyayı Bekaa’da aramaya gerek yok. Bunların bir kısmı yüce Meclisin çatısı altındadır” diyerek dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş vermiş, Tansu Çiller de ağzından ateş püskürerek bu talimatı yerine getirmişti.
İşin bu noktaya gelmesi, PKK’nin 1993’te Özal ile adım atmaya niyetlendiği demokratik çözüm arayışından uzaklaşmasını beraberinde getirdi. Bir diğer deyimle 2 Mart 1994 darbesi devletin de, PKK’nin de savaşı en sert biçimde sürdürdüğü yılların başlangıcı oldu.

Şimdi Erdoğan bir kez daha aynı yola giriyor. Doğan Güreş, “Eşkıya Mecliste” demişti. Erdoğan ise “Mecliste teröre destek verenler var” diyor, devamına da “Dokunulmazlıklarının kaldırılması suretiyle başlayacak süreç, terörle mücadele açısından ülkemizdeki havayı da olumlu yönde etkileyecektir” sözlerini ekliyor.

Böylesine uğursuz bir adımdan olumlu bir hava çıkmaz. Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla sadece çözüm süreci değil, demokratik çözümün kendisi buzdolabına kaldırılır. Hatta silahlar gömülsün derken, buzluğa konan demokratik çözüm buzdolabı ile birlikte toprağa gömülebilir. Bu türden bir adımla sadece Cizre’de, Sur’da, Silopi’de, Nusaybin’de sivil ya da silahlı olmasına bakılmaksızın önüne gelen her hareketli nesneye acımasızca saldıran devletin güvenlik güçlerine, AKP’nin kendi geleceği olarak görmeye başladığı ırkçı tabana, Kürtleri kan gölünde görmekten haz alan faşist güruha moral destek çıkar ki bu da savaşı büyütmekten başka bir işe yaramaz.

Peki, böyle bir gelişmede Kürtler hak mücadelesinden vazgeçer mi?

Kendi geleceği için ülkeyi gerici faşist güçlerin kan hezeyanına peşkeş çeken bir iktidara karşı Kürtlerin mücadeleden vazgeçeceğini, teslim olacağını sananlar yanılır.

Hiç unutmayın, bugün gelinen nokta 90 yıllık cumhuriyet tarihindeki zulmün sonucudur. Hiç kuşkunuz olmasın bugünden sonra artacak zulüm de farklı bir sonuca yol açmaz, öyle ki sorunu bu noktaya getirenler ileride öz yönetimi arar duruma bile gelebilirler.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

İhyanın aslı

İhyanın aslı

Maraş depremlerinin ardından geçen iki yılda ne yiten on binlerce canın hesabı sorulabildi ne de kalanların bir derdine derman olundu. İki yıl sonra iktidar, ”Asrın İhyası” sloganıyla toplumu aldatmaya çalışıyor. Oysa asıl ihya ihaleler, inşaatlar, rezerv alan ilanları, teşvikler, vergi indirimleriyle, depremi gerekçe eden siyasi baskılarla geldi.

Teslim edilen konut sayısı ihtiyacın 3'te biri.

Deprem bölgesinde 'rezerv alan' kılıfıyla halkın evleri, arsaları gasbedildi.

Deprem işçiye yoksulluk, sermayeye 'fırsat' oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Sezgin Tanrıkulu: "Depremin maliyetini en aza indirmek için her ay vergi veriyoruz. Nereye harcandığını bilmiyoruz"

Evrensel'i Takip Et