'Yerli ve milli milletvekili' meselesi (12)
Kirvem,
Bir zamanlar, yani cumhuriyetimizin kurulduğu ilk yılardan itibaren öncelikle Birinci Cihan Savaşı’nın üzerimize sinmiş tozlarından bir an önce kurtulmak için “ulus”ça “silkinip”, “titreyip” dolayısıyla kendimize gelmenin yollarını aradık...
Bunun için evvelemirde her yaştan “on yılda on beş milyon genç” yaratırken, aynı zamanda da anayurdu demir ağlarla örüp, harf, kılık kıyafet inkılapları derken, diğer yandan da “milli eğitim” veya “talim, terbiye” adı altında hazırlanan programlar eşliğinde; ilkokul bebelerinin yanı sıra, keza orta ve lise çağlarındaki gençlerimizi de meydanlarda asker misali sert adımlarla rap rap yürütüp, böylece her fırsatta,”Tüürk önde, Tüürk ileriii” marşlarıyla “milli şuur” aşılamayı ihmal etmedik...
O günkü şartlar altında yaratılmak istenen bu “ulusal bilinç” konusunda her geçen günün ardından hani deyim yerindeyse kantarın topuzunu belki de farkında olmadan biraz fazla kaçırmış olacağız ki, başta Çanakkale olmak üzere diğer cephelerde de “yedi düvel”le savaşan Osmanlı tebaasının bilumum “unsur”ları arasından sanki cımbızla seçtiğimiz Türkleri, “asli” kategorisinde yere göğe sığdıramazken, buna mukabil “diğer”lerini, yani Kürt, Laz, Çerkes, Yahudi, Rum, Süryani, Keldani, Ermeni, Alevi falan feşmekanların tümünü “tali”, bir bakıma “öteki” damgasıyla mühürleyip, direkt ya da dolaylı yollarla dışlamayı nedense “milli politika” olarak benimsemeyi hüner belledik!
Ancak bugün bu saat, daha doğrusu bunca yılın ardından ülke sathındaki memleket “manzara”larına dönüp baktığımızda; ayan beyan görünen o ki, bu bizim “anlı şanlı milli politika” mızın temelini oluşturup, onu ayakta tutan “orta direği” bir yandan çatlarken, diğer taraftan da amiyane deyimiyle neredeyse gümlemeye mahkum!
Nitekim hesapça aynı çadır altında yıllardan beri “birlik ve bütünlük” içinde yaşadığımızı dillendirip, ya da sakız misali çiğneyip durduğumuz “kardeşlik” teranesine rağmen, aslında keçi kılından örülmüş bu siyah çadırda giderek bel veren, yan yatıp yalpalayan, neredeyse çöktü çökecek durumdaki orta direğin içler acısı bu haline, hele hele ülkenin özellikle güneydoğusunda; Şırnak, Cizre, Silopi, Sur’daki olaylara ayna tutulduğunda anlaşılan o ki, seneler senesi birlik ve beraberlikten dem vururken boşa kürek çekmişiz...
Şimdi tam da şu günlerde, “eski Türkiye”nin pabucunu güya dama atıp, bunun yerine; yeni, yepyeni bir “anayasa” ve onun da olmazsa olmaz mütemmim cüzü niteliğindeki “başkanlık” sistemiyle oyalandığımız “yeni Türkiye”de; gari her şeyiyle zıvanadan çıkmış, tekeri çoktan kırılmış bu “kağnı arabası”nı sözde onarmaya çalışırken, “usta”mızın, cumhurumuzun “reis”inin buyurup çizdiği yoldan gitmek için yegane çare olarak beş yüz elli milletvekiline ihtiyacımız var: Yeter ki bu vekillerin her biri öncelikle “yerli” ve bittabi ki aynı zamanda da kesinlikle “milli” olsun!
Yani?
Yani, hep aynı yanlış rota, hep aynı çıkmaz sokaklarda debelenip durmaya berdevam Kirvem!
Evrensel'i Takip Et