Onlar kültüre düşmandırlar...
Yıllar önce yazmıştım:
Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan kültürün tanımını istediler mi, o da sorardı:
“ Paris’tesin, açsın… Cebinde elli frangın var… Ne yaparsın?”
Karnını mı doyurursun? Son günlerin en iyi filmini görmek için sinemaya mı gidersin? Tiyatroya mı gidersin? Yoksa bir dinletiye mi? Betik mi, yoksa küçük bir tıpkıbasım (reprodüksiyon) mı alırsın? Müzeye mi gidersin?
Yanıtı beklemeden eklerdi:
“İşte o yaptığın senin kültüründür.”
(Şimdi siz kimilerinin, Bedri Rahmi’nin sorusunu nasıl yanıtlayacaklarını düşünün?)
Sözleri bir yana bırakalım, ne yaptığımız değil midir kültürümüzün göstergesi?
Eylemlerimizle belirlenen seçmelerimizin bütünü değil mi kültürümüz?
Sinan’ın kültür yorumunu bana en iyi anlatan, Selimiye Camisinin koruma duvarının köşesinde oluşturduğu özel nişe eskil çağ kolonunu özenle yerleştirmesidir. Ya da Ayasofya’ yı onarırken iz silmemesidir. Örneğin 5. yy’ın ilk yarısından kalma duvarını neredeyse bir çerçeve içerisinde gelecek kuşakların görüşüne bırakmasıdır.
Sevip saydığım, betikliğinde tüm Cumhuriyet dönemi yapıtlarını görebildiğim bir avukat, hepimiz için mahallemizin en kültürlü kişilerinden biriydi. Belki kentimizin de… Ama bütün mahallemizin evlerinden geçen arığımıza, ayakyolunu ilk bağlayan kişi o oldu. Anne- babalarımızın abdest alacak denli temiz tuttukları arığımıza bu bağlantıyı yapan kişi kültürlü sayılabilir mi?
Bu yalnız bizim ilimizde böyle olmadı. Gördüğüm pek çok Anadolu kentinde de böyle olmuştu… Yazıp çizerek anlatmaya çalıştım… İstanbul’ da, örneğin Kuzguncuk’da da böyle olmuştu… Sonradan bu açık bağırsakların üzerlerini kapatmışlardı. Güzelim dereler pislik giderine, üstleri de yola dönüşmüştü. Bir yazımda da sormuştum,
“Boğaziçi’ni de asfaltlayacak mısınız?”
Bütün bunları yapanların kimler olduğunu araştırınca, kıyılarımızı yağmalayanlar gibi, hiç belenmedik kişiler, katmanlar çıkabiliyor karşınıza.
Bunda büyük etken, yabancılaşmadır bence. O avukat bizim mahalleden yetişmiş, içimizden biri olsaydı, yaptığını yapamazdı ya da yapmazdı diye düşünüyorum. Çevresine yabancıydı… Onu yabancısı olduğu çevreninkiler değil, önce kendi sorunları ilgilendiriyordu. Onu denetleyebilecek ilişkiler içinde değildi… Diyeceksiniz ki:
“Yerliler neden karşı çıkmadılar?”
Ama o büyük kentten gelmişti. Okumuştu… O günlerde “aydın” sözünü bilmiyorduk. Şimdi olsa kendini de aydın sanıyordu derdim… İstanbul kaldırımı çiğnemişti… (Her şeye de azıcık tepeden bakıyordu.) O, güncelerin, radyoların ağzını kullanıyordu. Yasaları da o biliyordu üstelik. Yasalar Ankara’da yapılmıyor muydu? O Ankara’nın uzantısı değil miydi? Yönetim de belirlenmişti işte…
Çaybaşı’nın yaşlıları bile, çevrelerinin sorunlarının çözümlerini, ilçeden, ilden, Ankara’dan bekler olmuşlardı. Ankara da her şeye yetişemiyordu o günlerde…
(Sürecek)
Evrensel'i Takip Et