15 Şubat 2016

Onlar kendilerine düşman

Doğal kaynakların sonsuz olmadıklarını artık bilebiliyoruz.
Bu kaynakları yalnız kendi çıkarlarına tüketen ülkeler kendilerini “gelişmiş (?)” olarak niteleyebiliyorlar.  Oysa onların buyruğunda, olanakları uyarında geliştirilen yapım yöntemleri, bütün insanlığın başına çevreyle ilgili, sağlıkla ilgili ortak sorunlar çıkarıyorlar.
Üstelik böyle bir işleyimi (endüstri), yapım yöntemini (teknolojiyi) gelişmişlik sayabiliyorlar. Bu düzenlerini koruyabilmek için inanılmaz ölçüde savutlanıyorlar (silahlanıyorlar).
Böylece tüm insanlık ile birlikte kendi başlarına da çorap örüyorlar.

İşin boyutlarının nerelere varabileceği ikinci yeryüzü savaşında görüldü sanıyorum.

Oysa bugün, ikinci yeryüzü savaşı (bence Avrupa savaşı demeli) bile olabileceklerin yanında hiç kalacaktır. Bu gün üretilmiş, bekleyen savutlar, tüm yeryüzü canlılarını onlarca kez (belki de yüzlerce kez) yok edebilecek nicelik, nitelikte değil mi?

Böyle savutlanabilmiş olanların kültürlerini tertemiz sayabilir miyiz?
Kendi suları, havaları, toprakları vb temiz olsa da…

Kaldı ki elbette öyle değil… Çığırından çıkmış anamalcılık bunu böyle gösterse bile…

Kimi iyimser günlerimizde insanlığın, sorunları savutla, savaşla çözmeğe çalışmanın yanlışlığını anlamağa başladığını sanıyoruz. Ardından bir de bakıyoruz ki binlerce yıl nasıl idiyse gine öyle…
Daha da insanlık dışı, acımasızca bir savaş…
Az daha insanlaşıldı derken bu kez kültür savaşları başlatılıyor. Gine gelişmiş sayılan ülkelerce…

Yeryüzünün herhangi bir yerindeki savaş, nasıl bütün insanlığın sorunu ise, herhangi bir yöre kültürünün kirletilmesi de bütün insanlık kültürünün sorunudur. İnsanın yeryüzünün herhangi bir yerinde, geçmişin bir aşamasında yarattığı kültür ürünü, yalnız yaratıldığı yerin, ya da yerindekilerin değil bütün insanlığın kültür çevresini etkiliyorsa, kimileri isteseler de istemeseler de, bütün insanlığın ortak malıdır.

Bu gerçeklere, bilincimizin erişmiş olması gereken düzey açısından bakıldığında bütün alanlarıyla kültürel kirlenme sorununun “sınır” tanımayacağı görülür. Herhangi bir yörenin, kendi sorunlarının çözümünde bütün insanlığa karşı sorumluluk duyması gerekir. Bunun gibi, herhangi bir yöreyi kültürel açıdan kirletmeye kalkışmak da bütün insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. (Irak’ı petrol çıkarları uğruna ezip geçenleri düşünün. Ya da Suriye’yi…)

Kısaca, çarpık yaşama kültürünün, ulaşım karmaşasının, ses, hava, su, toprak, ses, görüntü, bilgi kirliliğinin nedeninin kültür kirlenmesi olduğunun altını çizmeğe çalıştım bir kez daha.

Günlük yaşam açısından da örneklemek istiyorum konumu…

Bundan yarım yüzyıla yakın bir süre önce sosyolog, sosyal tasarımcı, ekonomist, mimar, mimar tarihçisi vb kimi dostlarla birlikte Edirne’de bir araştırma yaptık. Trakya kesitinin ortalama kesitinde bir küme insanın yaşama biçimini- kültürünü tanımaya çalıştık. Bu gün konuyla ilgili herkesin bildiği gerçekleri saptadık. (İçinde bulunduğumuz yıllarda binlerce, milyonlarca konut üretilirken böyle bir çalışmayla bizim yaşama kültürümüzün uyarında çözümler aranmamasını anlamam olası değildir.)

Bu denli acımasız anamalcılığın (vahşi kapitalizm) eline bırakılmış bir toplumdan tepki gelmemesi de anlaşılır değildir. Yalnızca “mal” üretmesi, insanlara başkaca bir gelecek güvencesi yolu bırakılmamasındandır. Bunlara “Yuva mı Mal mı?” betiğimde değinmiştim.

Edirne’den sonra da Denizli’de on ailede yaşama kültürünün değişmesini incelemeğe çalıştım. Daha sonra Muğla’da 7 ailede yaptım benzer çalışmayı…

Edirne’de, çok genelde, saptamalar şunlardı:  Radyoların, güncelerin desteğinde bir yabancılaşma…

İnsanlar şu ya da bu nedenle kültürlerini yaşamıyorlardı, ya da yaşayamıyorlardı.

Gereksinimleri, istekleri, beklentileri, olanakları da genelde birbirlerini tutmuyordu.
Yetişkin bir kızı, bir de yetişkin bir oğlu olan aile, onları bir odada yatırıyordu. “Eksiğiniz ne?” sorusunu da “konuk odası” karşılığını veriyorlardı. Yüzde doksanı yıkanma yerinde “küvet”, yalnızca yüzde otuzu sıcak su istiyordu. Buna benzer sonuçların belirlediği yaşama kültüründeki çarpıklığın Trakya’ya, Edirne’ye özgü olmadığını da düşünebiliyorduk.
Denizli’deki, Muğla’daki, Edirne’dekinden daha küçük ölçekteki çalışmalar, yanlış düşünmediğimi  gösterdi.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et