22 Şubat 2016

Onlar komşu nedir unuttular

Yaşama kültürünün, dünden bu güne ne ölçüde değiştiğini saptayabilmek için Denizli’ den on aile seçtim. Geleneksel Denizli evinde yaşayan bu ailelerde ikinci kuşak, bir büyük kentte öğrenimini tamamlayıp dönmüştü. Evlendirilip bir apartman katına yerleşmişlerdi. Özellikle böylelerini seçtim. Değişmede büyük kentin etkisini de görebilirdim böylece.
(Benim kuşağımdan kentlerinin dışına öğrenime giden çocukların, gençlerin durumu ayrıca incelenmeğe değerdi. Bizler dilimizden, giyimimizden, kimi alışkanlıklarımızdan büyük kentlilerce hep utandırıldık. Buna karşı koyacak donanımdan da yoksunduk.
Yüzlerce yıl her şeyde İstanbul örnek alınmamış mıydı?) 
Azıcık İstanbul kaldırımı çiğnedikten sonra doğduğu kente dönenlerin içinde, kendi anasından- babasından, onların yaşama biçiminden, giyim- kuşamlarından utananlar vardı.
Ancak kendilerinin de tümüyle değişip, büyük kentlilere benzedikleri söylenemezdi. İki arada bir derede kalıyorlardı. Sonunda yeniden kendi kentlerine uyum çabasına giriyorlardı. 
Gene de yeni kuşak, örneğin evini seçerken, ne bir önceki kuşak gibi geleneği sürdürebiliyordu, ne de yaşama biçimi- kültürü açısından değişen isteklerine koşut, tutarlı yenilikler önerebiliyordu.
Bu ikinci kuşağın “daire” lerinin hemen hepsinde bir “salon” konuklara ayrılmıştı. Böylece konuğa saygı gösterdiklerini sanıyorlardı. Konuk dışında bu bölüm kilitli tutuluyordu. Oysa çocukların ders, oyun alanları yoktu. Ayrı cinsten çocuklarını bir odada yatırıyorlardı. Yatıya konukları, hısım- akrabaları bile gelmez olmuştu. Yemeği, yeterince büyük olmasa da mutfakta yiyorlardı. (Salondaki yemek takımı öylece kullanılmadan duruyordu. 
Ana- baba evinden bildikleri yemekleri özlüyorlardı. Mutfak kültürleri değişmiş, daha doğrusu bize özgü niteliğini yitirmişti.
Hemen hepsinde konuta yapılan eş bir harcama çoğu kez büyük kentten alınmış “mobilya” için yapılmıştı. Bunun için çoğu, kez her iki ana- baba da borca girmişlerdi.
Banyoların hepsinde “küvet” vardı. Var olmasına vardı da, bir tek kişi dışında bütün ailelerden hiçbir birey bir kezcik olsun su doldurup içine girmemişti. Küvetin içine konan bir oturağa oturup kovadan su dökünerek yıkanıyorlardı.
Abdest alma, kurban kesme, çamaşır asma, halı silkeleme gereksinimlerine karşın hiçbir konutta bunlar düşünülmemişti. 
Yakınlarının cenazelerini merdivenlerden torbalayarak indiriyorlardı. Hepsinde bahçe, ağaç, çiçek, börtü böcek özlemi vardı. Oturdukları “apartmanı” beğenmiyorlardı.
Gürültüden, pislikten, saygısızlıktan, düzensizlikten, çirkinliklerden yakınıyorlardı.
Denizli’nin bir köyünde gerçekleştirdiğim bir başka çalışmada gördüklerim de ilginçti. 
Örneğin köyden biri Almanya’da çalışmış, dönmüş, köyün içinde beş katlı bir “apartman yaptırmış. Boş duran dört katın üzerinde, beşinci katta oturuyordu. Eşi aşağıya inip bahçede, saçta yufka yapıyordu. 
Denizli’de seçtiğim apartman katlarının arasında, “burada yaşayacakların yaşama kültürleri nedir, ne olmalıdır?” sorusunun yanıtını arayan bir ön çalışma yapılmış olanı yoktu.
İnsanlar günlük yaşamlarının önemli bölümünü konutlarıyla savaşarak geçiriyorlardı.
Ne varki, Denizli’de incelediğim, saptama çizimlerini yaptığım, yaptırdığım, üzerinde sonradan uzun uzun düşündüğüm apartmanlar bile günümüzde gerçekleştirilen “Toplu Konut”lara, gökdelen konut kulelerine göre daha insancıl idiler. Kullanıcıyla gene de bir çizgiye dek ilişki kurularak yapılmışlardı.
Yaşama kültürümüz üzerinde doğru dürüst bir araştırma yapmadan, bize yabancı yaşama biçimlerine göre, yapım yöntemleriyle, 3-5 bini birden “mal” olarak yapılmış beton kutularla savaşmaktan yorulduklarını biliyorum insanlarımızın.

Evrensel'i Takip Et