Laf değil mücadele zamanı
Özel istihdam bürolarına, patronlarla “geçici işçi sağlama sözleşmesi” yapma yetkisi veren yasa tasarısı dün, TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda kabul edildi.
Gazetemizin okurları, bu tasardaki “geçici işçi sağlama”nın “kiralık işçilik” olduğunu biliyorlar. Çünkü gazetemiz son haftalarda, “kiralık işçiliği” ve onunla sıkı bağlı olan “esnek çalışma”nın yasallaştırılıp zemininin genişletilmesine yönelik düzenlemelerin işçilere ne getirip ne götürdüğünü sayfalarında tartıştırıyor. Dr. Murat Özveri, Dr. Erkan Aydoğanoğlu, Onur Bakır gibi arkadaşlarımızın yazılarıyla, işçi mektuplarıyla, çeşitli haber ve yorumlarla konuyu emek mücadelesinin gündeminde tutmaya çalıştı. Elbette bugünden itibaren bu çabalarını daha da yoğunlaştıracak.
SERMAYENİN KIRK YILLIK HAYALİ!
Aslında “kiralık işçilik” sermaye ve hükümetinin işçiler ve kamu emekçilerinin kazınılmış haklarına vurmak istediği son darbelerden birisidir. Ve bu saldırı, kıdem tazminatının kaldırılması, 657’deki iş güvencesinin yok edilmesi, esnek çalışmanın yaygınlaştırılması için yapılan saldırı hazırlıklarıyla bağlantılıdır.
Nitekim önceki gün ihracatçılara konuşan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, ihracatçılara, hükümetin nasıl destekler sunduğunu ve sunmaya devam edeceğini sıralarken, desteğin ucunu “iş gücü piyasasının esnekleştirilmesi için yapılacak reformlara” bağladı. Ve kıdem tazminatının tasfiyesinde 657’ye, esnek çalışma ve kiralık işçilikle ilgili hazırlıklarına değinerek, hükümetin patronlara asıl desteğini bu “reformları” yaparak sağlayacağına özel bir vurgu yaptı.
Sonra da döndü, iş gücü piyasasındaki esneklikten asıl yararlanacakların işçiler ve gençler olduğunu söylemeyi de ihmal etmedi!
Son çeyrek yüzyıldaki bütün reformlar işçilerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların lehine diye yapıldı ama istinasız tümünde de işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler kaybetti; sadece onları köle gibi çalıştıran patronlar kazandı! Bunu az çok mücadele içindeki her işçi, her kamu emekçisi bilmektedir.
Şimdi kiralık işçilik Meclisteki ilgili komisyondan geçti ve her maddesi de gazetemizde bugüne kadar da açıklandığı gibi; işçinin, emekçinin haklarına sıkılan birer kurşun!
KURŞUNLAR ART ARDA SIKILACAK!
Yakında kıdem tazminatı, 657 değişikliği, esnek çalışmaya dair düzenlemeler de art arda Meclise gelecek. Bunlar artık saklanmıyor. Patronların sözcüleri ve Hükümet yetkilileri bu hazırlıkları her platformda, artık “müjde” gibi duyuruyorlar. Ancak bütün bunları sadece sendika bürokratları duymuyor, duymazdan geliyor. Sorulduğunda da, “Hele tasarılar bir Meclise gelsin, sonra bakarız!” diyerek işçileri, kamu emekçilerini; “Artık bundan sonra yapılacak bir şey yok. Yasalar çıktıktan sonra mücadelemizi sürdüreceğiz. İşçilerin aleyhine uygulamalara karşı mücadele edeceğiz!” tuzağına çekmek istiyorlar.
Şu çok açık bir gerçek ki sermaye ve hükümeti, “terörle mücadele” etrafında kopardığı gürültü ile işçileri, emekçileri yeterince böldüğünü de düşünmekte, kırk yıllık amaçlarına varmak için dönemi “uygun” görmektedir.
Bunu engelleyebilecek tek şey ise işçilerin, kamu emekçilerinin güçlerini birleştirerek, tüm emekçilere karşı bir saldırı olan bu düzenlemelere geçit vermeyen bir emek cephesi olarak hareket etmesidir.
Ötesi laftır; emekçileri uyutmak için söylenen ninnilerdir!
Harekete geçmek için zaman da sanıldığından kısadır!
MECLİS SORUNU BÖYLE ÇÖZDÜ!
AKP’den ve düzenin ideologları ve politikacılarından HDP’ye yönelik en yoğun eleştiri, Meclise gitmekten çok bölge illerindeki sokağa çıkma yasaklarının, asker ve polis operasyonlarının hedefi olan Diyarbakır’a, Şırnak’a, Ağrı’ya, Van’a... gitmeleriydi!
Bu kişiler, “Bu halk sizi seçim bölgelerine dönüp meydanlarda konuşma yapsın, gösterilere katılısın diye değil Mecliste kendilerinin haklarını savunsun diye seçti. Sorunların çözüm yeri meydanlar değil Meclistir. Gelin Meclise milletvekilliğinizi yapın bölge sorunları Mecliste tartışın çare bulunsun!” diyorlardı. İlk bakışta da bunlar çok haklı eleştiriler gibi görünür.
Ama bölgede olup bitenler, bölge halkının karşı karşıya kaldığı baskı ve şiddet, bu baskılara karşı tepkilerin yoğunluğu dikkate alındığında vekillerin “milletin” yanında olmasından doğal bir şey yoktu ama elbette Meclis için söylenenler de önemliydi.
Ne var ki, önceki gün Mecliste olanlar bütün bu “Gelin Mecliste tartışın, bölgenin sorunlarını Meclise getirin de çareyi Meclis bulsun!” çağrılarının tamamen boş olduğunu gösterdi. Çünkü; aylardır süren sokağa çıkma yasakları, yüz binlerce insanın göçe zorlanması, yüz bin dolayında öğrencinin eğitimden alıkonması, iş yerlerinin, evlerin, sokakların, caddelerin, parkların, okulların, camilerin... yakılıp yıkılması, kadın, çocuk, yaşlı demeden yüzlerce sivilin öldürülmesi, “ölüm bodrumları”nın ortaya çıkması, cesetlerin sokaklarda çürümeye terk edilmesi, morgların kimliği tespit edilemeyecek biçimde bozulmuş, çürümüş cesetlerle dolu olması... gerçeği ortadayken her halde az çok “milleti temsil eden bir Meclis, “Bunlardan bana ne?” diyemezdi.
HDP’de öyle düşünmüş olmalı ki, bu tablonun ortaya çıkmasına neden olan politikanın sorgulanması ve bu politikanın uygulayıcısı, simgesi olan bakanlar için “gensoru önergesi” verdi.
HDP’nin ve İçişleri Bakanı Efkan Ala ve Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu hakkında verdiği gensoru AKP ve MHP oylarıyla reddedildi.
- Üstelik bu Türkiye tarihinin en trajik tablosu karşısında, bu tablonun oluşmasının baş aktörlerinden olan bakanlara ve güvenlik güçlerine bir madalya verilmediği kalarak!
- Üstelik bu operasyonların Sur’da İdil’de sürdüğü, sırada başka il ve ilçe merkezlerinin olduğu bir zamanda.
Önceki gece Meclis sadece iki bakanla ilgili gensoruyu reddetmemiş, aynı zamanda oluşan bu baskı ve şiddet tablosunu onaylamış, en temel insan haklarını ayaklar altına alan operasyonların devamı için uygulayıcılarına “Daha da ileri gidebilirsiniz!” demiştir.
Böylece Hükümetin marifeti olarak süren operasyonlar, Meclis AKP-MHP guruplarının, dolayısıyla Meclis çoğunluğunun da desteği ile Meclisin de operasyonlarına dönüşmüştür.
Evrensel'i Takip Et